Tagged: Trans Erkek Toggle Comment Threads | Tuş takımı kısayolları

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 14:21 on 16 December 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , Trans Erkek, ,   

    Rusya’da iki transseksüel evlendi 

    Rusya’ya bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da bir evlendirme dairesinde iki transseksüelin resmi nikâhının kıyıldığı öğrenildi. KazanFirst sitesinin haberine göre Tataristan’ın başkenti Kazan’da bir evlendirme dairesinde yetkililer, iki transseksüelin resmi nikâhını kıydı.

    Sputnik’in KazanFirst sitesinden aktardığı habere göre Tataristan’ın başkenti Kazan’da bir evlendirme dairesinde yetkililer, iki transseksüelin resmi nikâhını kıydı.
    Daha önce Erika’nın erkek, Viktor’un ise kadın olduğu belirtilen haberde, bu kişilerin 4 ay önce tanıştıkları ve bir süre sonra hayatlarını birleştirmeye karar verdikleri ifade edildi.

    Habere göre Erika ile Viktor’un evlilikleri tescil edilirken herhangi bir sorun yaşanmadı, geleneksel bir nikâh kıyıldı. Nikaha genç çiftin en yakın çevresinden kişiler katıldı, evlendirme dairesinden sonra kutlama bir restoranda devam etti.

    Erika, konuya ilişkin açıklamasında, “Ben kadın gibi görünüyorum ve kadın kimliğim varken, o da erkek gibi görünüyor ve erkek kimliğine sahip. Oradakiler hiçbir şey bilmiyordu bile” ifadelerini kullandı.

    Yeni evlilerin önce Kazan’da kalmayı planladıkları, ancak ileride Avrupa’ya taşınıp evlat edinmek istedikleri anlaşıldı.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 01:04 on 26 October 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Nefret Söylemi, , Trans Erkek, , ,   

    Sosyal Medyada Transfobi 

    Uluslararası sivil toplum kuruluşu “Ditch the Label”, “sosyal medyada transfobi” konulu araştırmasının sonucunu yayınladı.

    habernediyor.com’un BBC’den aktardığı habere göre, merkezi İngiltere’de bulunan; uluslararası sivil toplum kuruluşu “Ditch the Label’in” analitik partneri “Brandwatch’un”, “internet platformlarında trans bireylere karşı tutum” araştırması; trans bireylerin, çevrimiçi platformlarda, “sözlü aşağılanmaya ve cinsiyetçi söylem zorbalığına uğradığını” gösteriyor.

    10 milyon sosyal medya paylaşımı incelendi

    Ditch the Label’in partneri Brandwatch, “trans bireylerin kimliğine karşı çevrimiçi ortamlarda kullanılan cinsiyetçi dil” araştırmasını 3,5 yıldır yaptığını bildirdi. Çoğunlukla ABD ve İngiltere’nin örneklem alındığı araştırmada, yaklaşık 10 milyon sosyal medya platformu paylaşımı incelendi.

    Brandwatch’un araştırması, 10 milyon sosyal medya platform paylaşımlarının 1,5 milyonunun “trans bireylere karşı ‘anti-trans’ söylemler içerdiğini ortaya koydu.

    Araştırmalar; transfobik söylemler arasında en sık kullanılan tabir, Türkçe argosunda karşılığı; “travesti”, “dönme” gibi kelimeler olan “tranny” ve “shemale” olduğunu gösterdi.

    En çok “tranny (travesti)” kelimesi kullanılıyor

    Transfobik hakaret olarak sınıflandırılan kelime, “tranny (travesti)” kelimesi 2015 ile 2019 arasında 1 milyon 200 bin defa , “shemale (travesti)” kelimesinin ise 150 bin defa kullanıldığını gösteriyor.

    “Yanlış atanmış cinsiyet” kelimesi üçüncü sık rastlanan kelime

    Araştırma, “tranny” ve “shemale” kelimelerden sonra en çok kullanılan kelimenin “yanlış atanmış cinsiyet” manasına gelen “misgendered” kelimesinin de sıklıkla kullanıldığını gösteriyor. “Misgendered” burada, trans bireylerin biyolojik olarak “hasta” olduğunu vurgulayan sosyal medya paylaşımlarında kullanılıyor.

    “Transfobik” söylemler, ABD sosyal medya platformları kullanıcılarında üçüncü sırada

    Araştırmanın ABD kanadı ele alındığında, ayrımcı dil yüzde 34’le en çok “ırkçı” söylemlerde kullanılıyor. Irkçı söylemleri ise “siyasî” hakaret içeren söylemler, yüzde 33’le takip ediyor. Transfobik söylemler ise yüzde 27 ile üçüncü sırayı alıyor.

    “Ditch the Label’in” yöneticisi ve LGBTİ+ aktivisti olan Liam Hackett, “Trans bireyler; çevrimiçi sosyal medya platformlarında her geçen gün hedef gösteriliyor ve taciz ediliyor.” dedi.

    Çocuk kitabı yazdığım için “pedofili” ile suçlanıyorum

    Sosyal medyada kimliğinden dolayı sürekli hakarete uğradığını belirten çocuk kitapları yazarı 22 yaşındaki trans erkek Jay Hulme, “Binlerce insan, sosyal medya üzerinden sürekli nefret söylemi içeren mesajlar gönderiyor. Cinsiyetçi, tacizci insanlar sosyal medya platformlarından arayıp, nefretlerini dile getiriyorlar. Bunlara arasında beni en çok rahatsız eden şey ise; çocuk kitabı yazdığım ve trans erkek olduğum için “pedofili” ile suçlanmak oluyor.” dedi.

    5 bin ayrı sosyal medya hesabından transfobik hakaret mesajları alıyor

    “Sosyal medya şirketlerinin ‘hakaret söylemleri’ konusunda daha çok önlem alması gerekiyor. Transfobi ile ilgili bilgi yetersiz transfobi duvarlarını yıkmakta, trans bireyler oldukça zorlanıyor. Nerdeyse 5 bin ayrı sosyal medya hesabından cinsiyetçi hakarete uğruyorum” dedi.

    Ditch the Label kimdir?

    2012 yılında İngiltere’de kurulan; “Etiketlerin üstesinden gel” manasına gelen “Ditch the Label” adlı organizasyon, akran zorbalığına karşı oluşturuldu. Kuruluş kendisini, “eşitliği teşvik etmeye adanmış, zorbalık ve önyargıdan olumsuz etkilenmiş gençlerin problemlerinin üstesinden gelmek üzere kurulmuş uluslararası sivil toplum kuruluşu (STK)” olarak tanımlanıyor.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 23:26 on 23 October 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Agender, Akışkan Cinsiyet, Androjen, Bigender, Binary, FTM, Genderfluid, Genderqueer, , MTF, Non Binary, Trans Erkek, ,   

    Transgender Nedir? 

    Trans bireylik birçok kişi tarafından yalnızca kadından erkeğe, erkekten kadına geçiş yapan/yapacak kişi olarak sanılmakta. Transgender bir çatı terimdir. Altında Binary ve Non Binary olmak üzere iki alt kol bulunmaktadır. Bunu eklediğim şemadan inceleyebilirsiniz. 

    Binary yani ikili cinsiyet , ftm/mtf  geçiş süreci olan, geçiş yapan kişilerdir. Nonbinary ise ikili olmayan cinsiyet yani kendini her hangi bir cinsiyete ait hissetmeyen, tek bir cinsiyete ait hissetmeyen kişidir. Non Binary şemsiyesinde ise alt  terim olarak genderfluid, genderqueer, bigender, agender vb tanımlamalar bulunmakta. Akışkan cinsiyetli ikili cinsiyetli kişiler bunların içinde en çok görülenlerdendir.  Kişi kendini her iki cinsiyete de ait hissedebilir, disfori yaşamayabilir geçiş yapmak istemez. Bu durum kişiye göre de değişim göstermektedir tabi ki. Hormon almadan kısmi ameliyatlar olanlar var yurtdışında daha çok ülkemizde az da olsa rastlanmakta. Bir kişi kendini kadın ya da erkek olarak tanımlamak istemeyebilir. Bu bir kendini bulma süreci olacağı gibi ömür boyu süren bir durum da olabilir. İki cinsiyete de tam olarak ait hissetmemek, arada kalmaktan çok toplumsal cinsiyet kurallarını da kabul etmemektir bir yerde.  Her iki cinsiyete de ait hisseden Androgynous (Androjen) kişiler bulunmakta. Bu ikisi eşit derecede de olabilir tersi de. Bir androjen kişi, hem feminen hem de eril özelliklere sahip yüksek derecede bir kadın veya erkektir.

    The Genderbread Person

    The Genderbread Person

    Cinsiyet kimliği konusuna gelince anlaşılması gereken şeylerden biri cinsel yönelimle kesinlikle ilgisi olmadığıdır. Kimliğimiz bizim yönelimimizi etkileyen bir durum değildir. Örneğin bir trans erkeğe erkek denilebilmesi için illa ki feminen bir kadından hoşlanması, Türk toplumunda ki erkeklik denilen maço sert tavırlara sahip olup buna göre giyim ve görünüşü olması gerekmemektedir. Bu zaten biyolojik heteroseksüel erkekler için de geçerlidir. Erkek küpe takmaz, erkek saç uzatmaz, boyamaz, erkek makyaj yapmaz, şöyle giyinmez vs bunların hepsi toplumsal cinsiyetçi saçmalıklardır. Aynıları kadınlar için geçerlidir. Bir kadın saçlarını kesip, makyaj yapmadığında erkek gibi kişi olarak yaftalanmakta. Hissettiğimiz kimliğimiz ile tarzımızın, görünüşümüzün hiçbir alakası yoktur. 

    Karmaşa olmaması için yazıyı daha fazla uzatmayacağım. Sonuç olarak kimliğimiz, yönelimimiz bizim kim olduğumuzu belirler. Bunlar için hiçbir kurala hiçbir etikete ihtiyacımız yoktur. Kısıtlanmadan, tüm kalıplara karşı özgür bir yaşam geçirmek bizim için en güzel yol olacaktır. Kendiniz oldun. Sevgiyle kalın… 

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 01:00 on 26 September 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Trans Erkek,   

    Trans Erkeğin Ameliyat Öncesi ve Sonrası Fotoğrafları 

    Bu Jaimie Wilson,Florida’lı müzisyen bir trans erkek. 2015 yılında, Jaimie, kadından erkeğe cinsiyet geçiş sürecine başlamak için cesur bir karar verdi, arkadaşlarının ve ailesinin çoğunu şoke etti. İnstagram hesabından “İlk başta cinsiyet dönüşümümle çıkmaya korktum, çünkü insanların söylediği gibi herhangi bir“ işaret ”vermedim” diye yazdı. Spor salonunda 2 yıl testosteron tedavisi, ameliyat ve sıkı çalışmanın ardından, Jaimie, kendisini kalbindeki erkek olarak gördüğünü yazdı.

    Saçlarını kesip erkek giysileri giyerek, sonra testosteron tedavisine başladı.

    Saçlarını kesip erkek giysileri giyerek, sonra testosteron tedavisine başladı.

    “Geçişime başladığımdan beri ailemi ve arkadaşlarımın çoğunu kaybettim ancak bu süreçte beni gerçekten kimin umursadığını öğrendim”

    “Geçişime başladığımdan beri ailemi ve arkadaşlarımın çoğunu kaybettim ancak bu süreçte beni gerçekten kimin umursadığını öğrendim”

    “Herkesin transseksüel olduğunu ‘belirtileri’ göstermesi gerekmez. Trans olduğunuzu kanıtlamak için bir test yapmak zorunda değilsiniz… ”

    “Herkesin transseksüel olduğunu ‘belirtileri’ göstermesi gerekmez. Trans olduğunuzu kanıtlamak için bir test yapmak zorunda değilsiniz… ”

    “Ve kimsenin onayına ihtiyacın olmadığından kesinlikle eminsin”

    “Ve kimsenin onayına ihtiyacın olmadığından kesinlikle eminsin”

    “Bu hayat kendini bulmak ve SEN olmak ile ilgili. Kimsenin yolculuğu aynı değil… ”

    “Bu hayat kendini bulmak ve SEN olmak ile ilgili. Kimsenin yolculuğu aynı değil… ”

    “Açıldığımda, insanlar

    “Açıldığımda, insanlar “kadınsı” olduğumu söyleyerek erkek olduğuma inanmayı reddetti.”

    2 yıl süren sıkı çalışmaların ardından Jaimie, kendisini her zaman kalbindeki erkeğe dönüştürdü.

    2 yıl süren sıkı çalışmaların ardından Jaimie, kendisini her zaman kalbindeki erkeğe dönüştürdü.

    Ve şimdi Jamie olduğu kişi.

    Ve şimdi Jamie olduğu kişi.

     
    • Ömer adlı kullanıcının avatarı

      Ömer 01:10 on 26 Eylül 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      trans erkek cinsiyet geçiş ameliyatları trans kadın cinsiyet geçiş ameliyatlarına oranla daha zorlu geçiyor. oldukça başarılı bir sonuç elde edilmiş, tüm transeksüel erkeklerde bu kadar başarılı sonuçlar alınmıyor.

      Beğen

    • Ömer adlı kullanıcının avatarı

      Ömer 01:13 on 26 Eylül 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      özellikle göğüs altı izleri hiç fark edilmiyor ve göğüs kasları da bir çok erkekten daha iyi görünüyor.
      yanılmıyorsam estetik ameliyat da olmuş, maddi durum da iyi olunca bir çok şey başarılabiliyor.

      Beğen

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 19:29 on 22 September 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Trans Erkek, , , ,   

    İlk İngiliz Trans Kadın ve Erkeğin İnanılmaz Hikayesi 

    Savaş pilotu Roberta Cowell, cinsiyet geçiş ameliyatı olan ilk İngiliz trans kadın ve tıp öğrencisi Michael Dillon,cinsiyet geçiş ameliyatı olan ilk ingiliz trans erkeğin inanılmaz hikayesi..

    Roberta Cowell iki kız çocuğu babası, Belçika Grand Prix’inde yarışmış bir yarış pilotu ve II. Dünya Savaşı avcı pilotuydu. Croydon’da doğdu ve University College London’da (UCL) mühendislik okudu.

    Fakat başarılarına rağmen, umutsuzca mutsuzdu, bir kadın olduğunu biliyordu Roberta. Tıp öğrencisi Michael Dillon ile arkadaşlık kurdu.

    Bir kadın olarak, Lismullen’in 7. Baroneti Sir John Dillon’ın yeğeni Michael Dillon, özel bir kız okulunda eğitim gördü ve Oxford Kadınlar Üniversitesi Tekne Kulübü Başkanıydı.

    Cowell yüksek dozda hormon alıyordu, ama o ve Dillon ilk tanıştıkları ve arkadaşlık kurdukları zaman, hala bir erkek olarak yaşıyordu.

    Dillon, Roberta’ya delice âşık oldu ve bir kadın olmaya geçişine yasadışı yoldan yardım etmek için tıbbi lisansını riske atmayı göze aldı.

    Ancak hem Roberta Cowell hem de Michael Dillon, kendileri gibi hissetmeyen bedenlerden kurtulmak için ne gerekiyorsa onu yapmak için çok mutsuz ve umutsuzlardı.

    1948’de Cowell karısından ayrıldı, kızlarından uzaklaştı ve onu sardığı depresyondan yardım istedi.

    Daha sonra, Dillon’ın “Ben: Etik ve Endokrinoloji Alanında Bir Çalışma” kitabını okudu, insanların cinsiyetlerini seçebilmeleri gerektiğini savundu.

    Daha sonra kendisine, Dillon’u da ameliyat eden öncü cerrah Sir Harold Gillies tarafından yürütülen bir vajinoplasti yapıldı.

    Birinci Dünya Savaşının siperlerindeki şarapnel ve kurşunların yaraladığı paramparça olan askerlerin yüzlerine düzelterek isim yapan  Sir Harold, Harley’deki en yüksek ücretli cerrahıydı.

    Michael Dillon’ın kadından erkeğe geçişine yardım etmek için bir dünya ameliyatına başlama zorluğunu benimsemiştir:

    Gelecek 10 yıl içinde gerçekleşecek ve Dillon’ın vücudundan alınan deriden yapılan bir penisin cerrahi olarak oluşturulmasıyla sonuçlanacak olan 17’den fazla operasyonun başlangıcıydı.

    Hikayeleri halka açıldığında, bir sansasyon yarattı – 1950’lerde Briton’da cinsiyet değişikliklerinden nadiren bahsediliyordu.

    Ancak hikayenin trajik bir sonu oldu. Dillon, Cowell’la ilgilenirken, duygu karşılıklı değildi ve Roberta başka bir kadınla bir arkadaşlık kurdu.

    Dillon, Budist bir keşiş olmak için 1950’lerin sonunda Hindistan’a giderek İngiltere’den ayrıldı ve 1962’de 47 yaşında öldü.

    Uçaklarda uçmaya ve bir kadın olarak yarış arabalarını sürmeye devam etmiş olan Cowell 2011 yılında öldü.

    Cenazesine sadece altı kişi katıldı ve talimatları üzerine ilan edilmedi ve sadece iki yıl sonra bir profili gazetede basıldığında ortaya çıktı.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 01:41 on 28 October 2017 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , , , , , , , , , , Testosteron, Trans Erkek, Trans Erkek Ameliyatı,   

    Testosteron Hormon Tedavisi Hakkında Bilgi 

    Merhaba, ben UCSF Transseksüel Sağlığı Mükemmeliyet Merkezi’nde Klinik Hizmetler Müdürü Dr. Maddie Deutsch. Sizinle kadından erkeğe geçişinizle ilgili bazı riskler, beklentiler, uzun vadeli değerlendirmeler ve ilaçlar hakkında konuşmak istiyorum.

    Birçok insan hormonal değişikliklerin hızla gerçekleşmesi için isteklidir – bunu anlıyorum. Ancak, değişikliklerin gerçekleşmesinin derecesinin ve oranının birçok faktöre bağlı olduğunu hatırlamak çok önemlidir. Bu faktörler genetiğinizi, hormon almaya başladığınız yaşı ve genel sağlık durumunuzu içerir.

    Hormon tedavisinin etkilerini ikinci bir ergenlik olarak düşünün ve ergenliğin normalde tüm etkilerin görülmesi birkaç yıl alır. Daha yüksek dozlarda hormon almak mutlaka daha hızlı değişiklikler yapmaz, ancak sağlığınızı tehlikeye atabilir. Ve herkes farklı olduğu için, ilaçlarınız veya dozajlarınız arkadaşlarınızınkilerden veya kitaplarda veya çevrimiçi olarak okuduklarınızdan çok farklı olabilir.

    Hormon terapiniz ilerledikçe değişikliklerin gerçekleşmesini bekleyebileceğiniz dört alan vardır.

    Fiziksel değişiklikler

    İlki fizikseldir.

    Muhtemelen farkedeceğiniz ilk değişiklikler, cildinizin biraz daha kalın ve daha yağlı olacağıdır. Gözenekleriniz büyüyecek ve daha fazla yağ üretimi olacak. Bazı durumlarda rahatsız edici veya şiddetli olabilen ancak iyi cilt bakım uygulamaları ve genel sivilce tedavileri ile yönetilebilen sivilce gelişebilir. Ayrıca ter ve idrarınızın kokularının değişeceğini ve daha genel olarak terleyebileceğinizi fark edeceksiniz.

    Bir şeylere dokunduğunuzda, “farklı hissedebilirler” ve acıyı ve sıcaklığı farklı algılayabilirsiniz.

    Göğüsleriniz, bazı göğüs ağrısı veya büyüklüğünde hafif bir düşüş görebilseniz de, geçiş sırasında fazla değişmez. Bu nedenle, bazı göğüs cerrahları göğüs rekonstrüktif ameliyatı yapmadan önce testosteron tedavisinin başlamasından en az altı ay sonra beklemelerini tavsiye etmektedir.

    Vücudunuz kilonuzu yeniden dağıtmaya başlayacaktır. Yağ, kalça ve uyluk bölgelerinde bir miktar azalır. Kollarınız ve bacaklarınız daha fazla kas tanımı ve cildin hemen altındaki yağ biraz daha ince hale geldiğinden biraz daha sert bir görünüm kazanacaktır.

    Yüz yağınız azaldıkça ve kayarken, gözleriniz ve yüzünüz daha açısal, erkek bir görünüm kazanacak Lütfen kemik yapınızın değişmeyeceğini, ancak gençlerin geç saatlerinde veya yirmili yaşlarının başlarında bazılarının ince kemik değişiklikleri görebileceğini unutmayın. Yüz değişikliklerinin kesin sonucunu görmek 2 veya daha fazla yıl alabilir.

    Kas kütleniz artar, kuvvetiniz de artar, ancak bu diyet ve egzersiz gibi çeşitli faktörlere bağlı olacaktır. Genel olarak, diyetinize, yaşam tarzınıza, genetik ve kas kütlenize bağlı olarak hormon tedavisine başladığınızda kilo alabilirsiniz veya kaybedebilirsiniz.

    Testosteron daha sesli bir ses çıkarması için vokal akorlarının kalınlaşmasına neden olur. Her transmen testosteron ile seslerinin tam bir derinleşmesi yaşamaz ve bazı erkekler çeşitli vokal teknikleri kullanmanın veya bir konuşma terapistiyle çalışmanın daha rahat ve uygun hissettiren bir ses geliştirmelerine yardımcı olabileceğini görebilir. Ses değişiklikleri testosteronun başlamasından sadece birkaç hafta sonra başlayabilir..  Daha sonra sesiniz yeni tonunu ve kalitesini bulduğu için biraz bozulabilir.

    Saç hakkında konuşalım. Göğüs, sırt ve kollar dahil vücudunuzdaki kıllar kalınlıkta artar, koyulaşır ve daha hızlı büyür. Ailenizdeki diğer erkeklere benzer bir vücut kılları modeli geliştirmeyi bekleyebilirsiniz – herkesin farklı olduğunu ve nihai sonuçları görmenin 5 veya daha fazla yıl alabileceğini unutmayın.

    Başınızdaki saça ilişkin olarak: trans erkeklerin çoğu, özellikle, bir miktar ön saç derisi saç dökülmesi fark eder. Yaşınıza ve aile geçmişinize bağlı olarak, saçlarda incelme, erkek tipi kellik veya hatta tamamen saç dökülmesi gelişebilir.

    Son olarak, herkes yüz kılı hakkında… Sakallar kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar oldukça hızlı bir şekilde kalın bir sakal geliştirirken, diğerleri birkaç yıl alırken, bazıları asla tam ve kalın bir sakal bırakmaz. Bu, genetik ve testosteron tedavisine başladığınız yaşın bir sonucudur. Transseksüel olmayan erkekler, farklı derecelerde yüz kıl kalınlığına sahiptir ve trans erkeklerde olduğu gibi farklı yaşlarda geliştirir.

    Duygusal durum değişimleri

    Hormon tedavisinin ikinci etkisi duygusal durumunuzdur.

    Ergenlik duyguların bir roller coaster ve geçiş sırasında deneyimleyecek ikinci ergenlik bir istisna değildir. Daha dar bir duygu ya da duygu yelpazesine erişiminiz olduğunu ya da farklı ilgi alanlarına, zevklere veya eğlencelere sahip olduğunuzu veya insanlarla ilişkilerde farklı davrandığınızı fark edebilirsiniz.

    Psikoterapi herkes için değildir, ancak geçiş halindeki kişilerin çoğu yeni düşüncelerini ve duygularını keşfederken yeni bedenlerini ve benliklerini tanımalarına yardımcı olan danışmanlıktan faydalanacaktır.

    Cinsel değişiklikler

    Hormon tedavisinin üçüncü etkisi doğada cinseldir.

    Hormon tedavisine başladıktan kısa bir süre sonra libidonuzda bir değişiklik olduğunu göreceksiniz. Oldukça hızlı bir şekilde, klitorisiniz, uyandığınızda büyüyecek ve daha da büyüyecektir. Farklı seks eylemleri veya vücudunuzun farklı bölümlerinin size erotik zevk getirdiğini görebilirsiniz. Orgazmlarınız belki daha yüksek yoğunlukta ve tüm vücut deneyiminden ziyade cinsel organlarınıza daha fazla odaklanarak farklı hissedecektir. Bazı insanlar testosteron alırken cinsel yönelimlerinin değişebileceğini; bu yeni duyguları, şişelenmelerini sağlamak yerine keşfetmek en iyisidir.

    Mastürbasyon ve seks oyuncakları ile yeni cinselliğinizi keşfetmekten ve denemekten korkmayın. Varsa cinsel partnerinizi dahil edin.

    Üreme sistemi değişiklikleri

    Hormon tedavisinin dördüncü etkisi üreme sistemi üzerindedir.

    İlk önce periyotlarınızın daha hafif, daha sonra geldiğini veya sürelerinin kısaldığını fark edebilirsiniz, ancak bazıları tamamen durmadan önce birkaç döngü için daha uzun veya daha uzun süreler fark edebilir.

    Testosteron hamile kalma yeteneğinizi büyük ölçüde azaltır, ancak hamilelik riskini tamamen ortadan kaldırmaz. Transseksüel erkekler testosterondayken hamile kalabilir, bu yüzden transseksüel olmayan bir erkekle cinsel olarak aktif kalırsanız, istenmeyen gebeliği önlemek için her zaman bir doğum kontrol yöntemi kullanmalısınız.

    Hamile kalacağınızdan şüpheleniyorsanız, testosteron tedavisine son verin ve testosteron fetüsü tehlikeye atabileceğinden en kısa zamanda sağlayıcınızı görün.

    Hamilelik sahibi olmak istiyorsanız, testosteron tedavisini durdurmanız ve doktorunuzun gebe kalmaya başlamanın uygun olmadığını söylemesi için beklemeniz gerekir.
    Testosteron tedavisi ne kadar sürdüğünüze bağlı olarak, yumurtalıklarınızın yumurta salması zorluğuna bağlı olarak, doğurganlık ilaçları veya hamile olmak için in vitro fertilizasyon gibi pahalı teknikler kullanmanız gerekebileceğini bilmek de önemlidir. Testosteron tedavisi, gebe kalma yeteneğini tamamen kaybetmenize neden olmuş olabilir. Döllenmiş yumurtaları dondurmak bir olasılıktır ancak çok pahalıdır ve her zaman etkili değildir.

    Kanser riskleri

    Testosteron tedavisi ile ilişkili bazı riskler hakkında konuşalım.

    Bir testosteron dozu kaçırırsanız veya dozunuzu değiştirirseniz, az miktarda lekelenme veya kanama olabilir. Ancak süreleriniz durduysa, herhangi bir kanama veya lekelenme olduğunu doktorunuza bildirdiğinizden emin olun; bu durumda bir kanamayı uterusun dengesizliği belirtisi olmadığından emin olmak için bir ultrason isteyebilirsiniz. Bazen böyle bir dengesizlik transseksüel erkeklerde oldukça nadir olmasına rağmen, öncelikli bir duruma neden olabilir. Bazı erkekler aylarca veya hatta yıllarca testosteron tedavisinden sonra lekelenme veya daha ağır kanamaya neden olabilir. Çoğu durumda bu, zaman içinde vücudun metabolizmasındaki değişiklikleri temsil eder. Güvende olmak için her zaman kanama düzenindeki değişiklikleri veya değişiklikleri doktorunuzla görüşün.

    Testosteron tedavisinin over kanseri riskinin artmasına neden olup olmadığı açık değildir. Yumurtalık kanseri taraması zordur ve çoğu yumurtalık kanseri vakası tedavi için çok geç kaldıktan sonra keşfedilir. Doktorunuzun vajinanızı, rahim ve yumurtalıkları incelemek için eldivenli bir el kullandığı periyodik bir pelvik muayene yapılması, bu durumun saptanmasına yardımcı olmak için önerilir.

    Rahim ağzı kanseri veya HPV riskiniz geçmiş ve şu andaki cinsel uygulamalarınızla ilgilidir, ancak vajinalarına hiç temas etmiş bir penisi olmayan kişiler bile hala bir HPV enfeksiyonu geçirebilir. HPV aşısı, rahim ağzı kanseri riskinizi büyük ölçüde azaltabilir ve bunu sağlayıcınızla görüşmek isteyebilirsiniz. Pap smear’leri rahim ağzı kanserini veya HPV enfeksiyonu gibi prekanser rahatsızlıkları tespit etmek için kullanılır. Sağlayıcınız ne kadar sıklıkla bir smear yaptırmanız gerektiği konusunda öneride bulunacaktır. Testosteron tedavisinin HPV enfeksiyonlarında veya rahim ağzı kanserinde herhangi bir rolü olup olmadığı açık değildir.

    Bazı uzmanlar, uterus, yumurtalıklar ve fallop tüplerinin çıkarılmasını da içeren tam bir histerektomi önermektedir – kanser riskini en aza indirmek ve tarama ihtiyacını ortadan kaldırmak için testosteron tedavisine başladıktan 5-10 yıl sonra.

    Testosteron tedavisi, meme kanseri riskini önemli ölçüde artırmıyor gibi görünmektedir, ancak kesin olarak kesin bir araştırma yapılmamaktadır. Bununla birlikte, doktorunuz tarafından önerilen periyodik mamogramları veya diğer tarama prosedürlerini almak yine de önemlidir. Meme çıkarma ameliyatından sonra, geride az miktarda meme dokusu kalır. Göğüs rekonstrüksiyonu ameliyatından sonra transseksüel erkeklerde neredeyse hiç meme kanseri vakası olmasa da, meme kanseri için bu küçük miktarda doku taraması zor olabilir.

    Diğer riskler

    Testosteron tedavisinin bir sonucu olarak, genel sağlık riski profiliniz bir erkeğinki olarak değişecektir. Kalp hastalığı, diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol riskiniz artabilir, ancak bu riskler transseksüel olmayan bir erkeğin risklerinden daha az olabilir. Ortalama olarak erkekler kadınlardan yaklaşık 5 yıl daha az yaşadıklarından, kesin olarak bilmek için yeterli araştırma verisi olmasa da teorik olarak ömrünüzü kısaltabilirsiniz. Neyse ki, bir prostatınız olmadığından, prostat kanseri riskiniz yoktur ve bu durumu taramanıza gerek yoktur.

    Bilmeniz gereken testosteron tedavisi ile ilişkili birkaç risk daha var.

    Testosteron kanınızı çok kalınlaştırabilir, aksi halde inme, kalp krizi veya diğer rahatsızlıklara neden olabilecek yüksek hematokrit sayısı olarak bilinir. Vücudunuzun metabolizması için çok yüksek bir doz alıyorsanız bu özel bir problem olabilir. Testosteron çekerken kolesterolünüz potansiyel olarak artabilir. Doktorunuz, tedavinizi yakından izlemek için kan sayımı, kolesterol, böbrek fonksiyonları ve karaciğer fonksiyonları ve diyabet tarama testlerini düzenli olarak gerçekleştirir. Pahalı bir işlem olan testosteron seviyenizi rutin olarak kontrol etmeniz gerekmese de, doktorunuz çeşitli nedenlerle kontrol etmeyi seçebilir – genellikle rahatsız edici semptomlar veya devam eden kanama varsa.

    Hormon tedavisinin etkilerinden bazıları, almayı keserseniz geri dönüşümlüdür. Onların geri alınma derecesi, ne kadar zamandır testosteron kullandığınıza bağlıdır. Klitoral büyüme, yüzdeki kıllanma, ses değişiklikleri ve erkek tipi kellik geri dönüşümlü değildir.

    Yumurtalıklarınızı çıkardıysanız, kemik osteoporozu olarak bilinen kemiklerin zayıflamasını önlemek için en az 50 yaş ve hatta daha büyük olana kadar ameliyat sonrası en az düşük dozda hormonlarda kalmak önemlidir.

    Herhangi bir sorunuz olması halinde doktorunuzla görüşmelisiniz. Şimdi hormon tedavisinin bazı pratiklerini tartışalım.

    Tedavi önerileri

    Testosteron çeşitli şekillerde gelir. Transseksüel erkeklerin çoğu başlamak için enjekte edilebilir bir form kullanıyor. Bazıları daha düşük bir dozda başlamayı ve yavaş yavaş arttırmayı, bazıları ise standart bir dozda başlamayı seçti. Her iki yaklaşımın da artıları ve eksileri var; Sizin için en iyi seçeneği doktorunuzla konuşmalısınız. Testosteron seviyeleri, enjeksiyonlar haftalık olarak verildiğinde, zamanla en eşit olma eğilimindedir.

    Enjeksiyonlara ek olarak, yamalar, jeller ve kremler dahil olmak üzere transdermal testosteron formları da vardır. Bazı erkeklerde bu formlar değişikliklerin daha yavaş ilerlemesine neden olur. .

    Almakta olduğunuz testosteronun türünden bağımsız olarak, daha fazla testosteron almanın değişikliklerinizi daha hızlı ilerletmeyeceğini, ancak ciddi sağlık komplikasyonlarına neden olabileceğini bilmek önemlidir. Testosteron fazlalığı östrojene dönüştürülebilir ve bu da uterus dengesizliği veya kanser riskinizi artırabilir. Ayrıca endişeli veya tedirgin hissetmenize neden olabilir ve kolesterol veya kan sayınızın çok yükselmesine neden olabilir.

    Sonuç olarak, lütfen sabırlı olun ve deneyimlemek üzere olduğunuz ergenlikle ilgili tüm değişikliklerin gelişmesinin yıllar alabileceğini unutmayın.

    Okuduğunuz ve sağlığınıza özen gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

    Kaynak: https://transcare.ucsf.edu/article/information-testosterone-hormone-therapy

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 11:13 on 20 November 2016 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Rita Hester, , Trans Erkek, , , ,   

    20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü 

    Siyahi trans kadın Rita Hester, Kasım 1998’de ABD’nin Boston şehrinde kendi evinde göğsüne aldığı 20 bıçak darbesiyle öldürüldü. Polisler bedenini 28 Kasım’da buldu. 4 Aralık’ta Rita‘nın öldürüldüğü Allston semtinde mumlu bir yürüyüş düzenlendi. Bundan bir yıl sonra 1999 yılında trans aktivist ve grafik tasarımcı Gwendolyn Ann SmithRemembering Our Dead” (Ölülerimizi Anmak) web projesini başlattı.

    Transları Anma Günü (Transgender Day of Remembrance) bu proje ile ortaya çıktı. Dünya trans hakları hareketi ve transfobi karşıtları; Rita Hester cinayetini sembol haline getirerek, her yılın 20 Kasım gününü Nefret Cinayeti Mağduru Transları Anma Günü olarak çeşitli etkinliklerle toplumun gündeminde tutmaya devam etmektedir.

    Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de, translar nefret cinayetleri sonucu yaşamlarını yitirmektedir. Avrupa trans ağı Transgender Europe’in (TGEU) 2015 yılı raporuna göre Türkiye, Trans cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada ise dokuzuncu sırada yer almaktadır. Ölenlerin çoğu, hayatlarını sürdürebilmek için çalıştıkları sokaklarda ya da yaşadıkları evlerde vahşice katledilmektedir.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 19:36 on 31 July 2015 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Trans Erkek,   

    Trans çetelerine karşı mücadele 

    Merhaba; bu ülkede trans bireylerine karşı şiddet, baskı, haraç, kazançlarını,yaşam alanlarını birkaç grup karanlık yüzler tarafından elinden alınıp ve buna sessiz kalan kişilerin bulunmuş olduğu zorluklara tanık olup ve aynı sorunun benimle de ilgisi olduğunu belirterek bu olaya duyarsız kalmamaları hakkında ve benim durumumda olan trans bireylerine çağrıda bulunup bu olaya hep birlikte hukuki destek çerçevesine davet ediyorum..

    Özellikle Beyoğlu/Tarlabaşı’nda  balo sokak ve  sakız ağacı caddesinde ki geçimini seks işçiliği yaparak sürdüren trans bireylerin o bölgede bir trans bar çetesinin çatısı altında görev yapan ve yeni trans bireylerine küçük olanaklar sağlayıp kendi bölgesinde bulunmalarına destek olduklarını belirterek kandırıp ve sonra ağır şartlara iten o bölgede mevcut toprak takma adında travesti ve bu barda görevli sevgilisi, Funda takma adlı travesti ve aynı şekilde o barda görevli sevgilisi ve esat takma adlı travesti ve o bölgede mecburi bilgiler sızdıran diğer trans bireylerin benim şiddet,haraç, ölümle tehdit edildigimi bilen o civarda esnaflarda dahil olmaksızın bu olaya kayıtsız kaldıklarını biliyorlar ve susuyorlar. .

    Evvela bu yazıyı paylaşımda bulunurken can güvenliğimin olmadığını belirterek yazıyorum.

    Bunca olayların arkasında durabilmeye gücüm kalmadı. .geçen yıl 2014 1 Mayıs ta bu çetenin baskılarına dayanamayıp kendisi 5.kattan hayatına son veren güneş takma lakaplı salim yılmaz escinselin ölmeden evvel LGBTİ derneklerine müracaat edip ve aynı şekilde bende onun bana ölmeden evvel attığı son mesajlarını SPOD LGBTİ Derneği’ne bildiride bulunmuştum. 157 numaralı insan taciri hattını da aradım.

    Lakin kimsenin de aynı şekilde bunca olayların arkasında durabilmeye güçlerinin olmadığını belirtmişlerdi. Bir buçuk yıldır bu çetelerle savaşıyorum. .

    Olayların yaşandığı bölgeye korkularımdan ötürü adım atamıyorum.

    Saklandığım kişilerin de hayatlarını tehlike altına soktugumu bildiğim halde tam bir yıldır hukuki destekte alamıyorum.

    Çaresizlik içerisinde bana yaşam hakkımı yok eden bu çeteden halen kaçıyorum.

    Maddi manevi ve fiziksel çöküntüler yaşıyorum.

    Yaşam hakkımı elimden aldılar.

    Bana ve benim gibi o bölgede tehdit altında kalan ve boyun eğen birçok trans arkadaşlar var..

    Şimdi benim hayatım tehlike altında.

    Sizden ve duyarlı bireylerden hatta insan ayrımcılığı yapmayan kişilerden hukuki,psikolojik destek istiyorum.bu yazı dizimi paylaşmakla kendi hayatımı risk altına soktuğumu bildiğim halde sizi bilgilendirme de hiç bir neden aramakta olduğumda belirtiyorum…

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 17:37 on 9 May 2015 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Trans Erkek, ,   

    Transeksüel nedir, ne değildir? 

    Transeksüel sendromu, dünya çapında üniversite hastaneleri tarafından tedavi edilen, doğuştan olan tıbbi bir durumdur. Annenin dölyatağında şekillenen fiziksel (organik) bir durumdur. Tüm memelilerde yavrunun başlangıçtaki cinsiyeti dişidir. Rahimdeki gelişimin 2. ayında, ceninin salgıladığı hormanlarla, bebeğin cinsiyeti ya dişi olarak kalır ya da erkeğe dönüşür. Bu dönemde o küçücük gövdenin ve beynin cinsel yapısı belirlenmiş olur. Bu durum erkeklerin de neden orjinal dişi cinsiyetin izi olarak kalan meme başlarına sahip olduğunu açıklar.

    Ceninin gelişiminin tam bu aşamasında birşeyler yanlış gider ve bebeğin gövdesinin cinsiyeti ile beynin cinsiyeti aynı olmaz, yani gövde cinsel dönüşümünü yaparken beyin değişmeden dişi kalır, ya da beyin dönüşümünü yaparken beden dönüşmeden dişi kalır. Beyin üzerinde yapılan araştırmalar bu açıklamayı doğrular. Transeksüel doğmuş kişilerde yapılan otopsilerde beynin cinsiyetinin, doğduğundaki cinsiyeti ile aynı olmadığı görülmüştür. (Beynin bir bölümü erkeklerde ve dişilerde farklıdır.)

    Bilinci transeksüel gövdeye uygun hale getirmek tıbben mümkün değildir. Çözüm bedeni beyne/bilince uygun hale getirmektedir. Bu işleme cinsiyetin yeniden belirlenmesi ya da cinsiyet düzeltmesi adı verilir. ışlem uzun yıllar alır (epilasyon, konuşma terapisi, hormon tedavisi gibi). Bir de bu işlemin parasal kaynağı sağlanmış olmalıdır. Ameliyat işlemin en son basamağı değildir.

    Transeksüelliğin transvestitlikle bir bağlantısı yoktur. Tranvestitler, erkek olmaktan memnun olmalarına hatta bundan kıvanç duymalarına rağmen kadın gibi görünmekten hoşlanan erkeklerdir.

    Transeksüellik eşcinsellik (homoseksüellik) le bağlantılı değildir. Eşcinsel bir erkek eşcinsel bir erkek ile, ve eşcinsel bir kadın eşcinsel bir kadın ile birlikte olur. Bunlar cinsiyetlerinden gurur duyarlar ve kanser veya diğer bir hastalıkla karşılaşmadıkça ameliyatla cinsel organlarının kaldırılmasına karşı çıkarlar. Eşcinsellik bir ilişkiyi ifade eder. Transeksüellik kimlik kaygısı belirtir, cinsel yönelimi değil. Diğer insanlar gibi transeksüel-doğmuş kişide bir erkekle, bir kadınla, her ikisiyle de, ya da hiçbiriyle ilişki kurabilir.

    Transeksüellik bir ruhsal hastalık değildir. Psikiyatristler ve psikologlar bunu bir hastalık olarak görüp yıllarca tedavi etmeye uğraştılar. Ama bu ruhsal bir hastalık olmadığından ruh hekimlerince tedavi edilmesinin mümkün olmadığı artık anlaşılmıştır. Hatta bir transeksüelin diğer insanlara göre ruhsal sağlık bakımından daha dengeli olduğu görülmüştür.

    Transeksüellerde giyim ve görünüş bir zevk unsuru değildir. Transeksüel kişi özellikle karşı cinsin doğal bir üyesi olarak görülmek için giyinir ve süslenir. Bu tedavini gerekli bir bölümüdür ve kişi ameliyat izni verilene kadar karşı cinsin bir üyesi gibi en az 1 yıl bu rolü yaşamak zorundadır.

    Transeksüel, kadın olmak isteyen bir erkek veya erkek olmak isteyen bir kadın değildir. Kimlik belgesinde bir cinsiyetin üyesi olduğu yazmasına rağmen tedaviden önce kişi ne erkekdir ne de kadındır, o transeksüeldir. Çünkü beynindeki/bilincindeki cinsiyet ile kimlik belgesindeki cinsiyet arasında uyumsuzluk vardır.

    Sendromun cinsiyetin yeniden belirlenmesi işleminden başka bir yolla tedavisi mümkün değildir. Cinsiyetin yeniden belirlenmesi aşamasına kadar kişi tıbben transeksüel olarak kabul edilirse de işlemden sonra artık o bir transeksüel değil basitçe bir kadın ya da bir erkektir.

    Bir transeksüelin hangi ailenin evladı olarak doğabileceği önceden tahmin edilemez. Siz, çocuğunuzun ya da torununuzun transeksüel olup olmadığını bilemezsiniz. Istırap çekenlerin çoğunluğu, herkes gibi doğduğu cinsiyette yaşamayı ısrarla denerken mutsuz geçen onlarca yılını harcar. Öyleki bu kişiler sorgulandıklarında karşı cinsden olmayı ısrarla red bile edebilirler. Yıllar geçip olgunlaştıkça neyin yanlış olduğunu anlamaya başlarlar ve çok büyük bir cesaretle herşeyi kökten değiştirmeye girişebilirler. Çünkü hiç kimse zamanla transeksüel olmaz, siz kişisel olarak transeksüel olup olmadığınızı bilirsiniz. Eğer değilseniz bundan müteşekkir olursunuz.

    Tedavi edilmediği takdirde transeksüeller başa çıkamadıkları anksiyete ve depresyonlar neticesinde delirebilir hatta intihar edebilir, çünkü hiç kimse bir ömür boyu mevcut kimliğini bastıramaz. Ameliyat öncesi bu kişilerin %80 i kendini öldürmeyi cidden tasarlar, dener veya gerçekten intihar edebilirler. Ameliyat sonrası bu oran toplumdaki intihar oranları seviyesine düşer.

    Transeksüellik önemsenmeyecek bir durum değildir. Genellikle, ailesini, arkadaşlarını, işini, evini, tasarruflarını ve itibarını bu tedavi uğruna yitirebilir. Unutulmamalıdır ki,

    Hiç bir şey onların yaşamlarından daha pahalı değildir.

    Bu kayıplar, toplumun meseleye duyarsızlığının bir sonucudur. Transeksüel doğmuş olmak onların seçimi değildir. Bu onun kendi yarattığı bir sorun değildir.

    Eğer siz cinsiyetinizi ameliyatla değiştirirseniz, bir transeksüelin tedavi öncesi durumuna düşersiniz. Hiç kimse yanlış cinsiyette yaşamaya zorlanamaz, bir gün bile!.

    12 Ocak 2000
    geocities.com/Wellesley/3116/ne.html
     
    • Edis adlı kullanıcının avatarı

      Edis 19:51 on 12 Ağustos 2015 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Bravo gercekten cok dogru seyler yazmissiniz son cumle beni cok etkiledi tebrikler

      Beğen

    • Gereksiz adlı kullanıcının avatarı

      Gereksiz 22:07 on 2 Eylül 2015 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Panseksüel bir kızım.Sevgililerim arasında kızlar ve erkekler oldu.Ve bir transeksüelle şu an konuşuyorum.Sanırım gördüğüm en şeker insanlardan biri.Gerçekten zor bir durum olduğunu onu tanıdığımda çok iyi anladım.Genelde insanlar soruğunda biseksüelim derim.Türkiye’de lgbt olmanın zorluklarını çok ağır biçimde yaşadım ve sanırım yaşamak zorundayım.Bizler de insanız her birey gibi.Yaşamaya ve sevilmeye hakkımız var.Sonuçta bizden tiksinen homofobiklere bir zararımız dokunmuyor.Homofobik insanların sığ düşünceleri yüzünden insanlardan nefret eder oldum.

      Beğen

    • açelya adlı kullanıcının avatarı

      açelya 11:38 on 15 Ocak 2016 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      çok güzel bir açıklama olmuş sizi tebrik ediyorum toplumumuzda homofobik insanlar çok ne yazık ki bende bir lgbti üyesiyim benim de yaşadığım zorluklar oldu keşke bizim gibi insanlar kendilerini gizlemek zorunda kalmadıkları bir ortamda yaşıyor olsaydık

      Beğen

    • Rıdvan adlı kullanıcının avatarı

      Rıdvan 05:15 on 21 Nisan 2016 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Bilgilendirme için teşekkür ederim emeğinize yüreğinize saglık .
      Aslında bu tür konuları üst düzey yöneticileri tarafından ele alınmalı tv lerde abuk subuk yayınlar yerine böyle faydalı bilgiler üzerinde durulmalı ve halk bilinçlendirilmeli

      Beğen

    • Kemal adlı kullanıcının avatarı

      Kemal 22:59 on 9 Haziran 2016 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Birini tanıyorum giyinisi goruntusu resmen erkek gibi yasiyor gogusleri de yok bu kişi butch mudur transseksuel midir ? Kendisi arkadasim ama yanlış anlar diye konuyu acmiyorum

      Beğen

    • behcet adlı kullanıcının avatarı

      behcet 15:21 on 16 Ekim 2016 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Cidden bir erkek transexuelim 18 yasındayım istemediğim halde erkek gibi oluyorum aileme söyleyemiyorum ama çok mutsuzum intihar edebilirim bazen keske kız olsam neden erkek dogdum diyorum

      Beğen

    • Ceyhun Kaya adlı kullanıcının avatarı

      Ceyhun Kaya 23:59 on 3 Ocak 2017 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Arkadaşlar tüm yorumları okudum. Şüphesiz bu konu İslam coğrafyasında yaşayanlar için çok sıkıntılı bir vaziyet. Oysa bir otomobil sıkıntılı çıktığında Fabrikasına dava açıyorsunuz vs. İnançlı olduğunu kabul eden zavallı despotlar madem Tanrı yarattı bu insanların günahı nedir (?) Diyemiyor bunu idrak edemiyor. Hiç kimse sahip olduğu cinsel olgusuna rezervasyonla sahip olmuyor. Bunun içindir ki bu durum da olan insanlar adına fevkalade içli ve anlamak temelinde duygudaşım diye bilirim. Eğer mensubu olduğunuz aile cahil ve lümpen ise hayatınız daha vahim bir evre de demektir. Bu ameliyatlar ortalama bir portföye sahip insanları da kapsasa aslında üstesinden gelinemeyecek bir açmaz da değil…

      Beğen

      • Bahadır E adlı kullanıcının avatarı

        Bahadır E 11:40 on 27 Nisan 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

        Problem olarak görülmesinin nedeni içinde bulunduğun toplumdur,insanları suçlayacağımız yerde tanrıyı suçluyoruz ,hatalı olduğunu düşünüyoruz,çünkü hatalı olduğumuzu düşünüyoruz,Yaptığınız alegori gerçekle örtüşmüyor,çünkü o daha yavan bir suçlama ,Hayat zor,dışlanmış bireyler olarak daha da zor,Bu zorlukları yaşayanlar yaşadıklarınla kalacaklar,önümüzdeki bir 50 yılda bu tartışmaları işiteceğimizi sanmıyorum.

        Beğen

    • Hediye adlı kullanıcının avatarı

      Hediye 11:52 on 21 Mayıs 2017 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Çok güzel aciklamissinizz teşekkürler

      Beğen

    • mert adlı kullanıcının avatarı

      mert 18:00 on 11 Ocak 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      sorarlar neden durgunsun.ne yaşadın da yoruldun,çok genç daha yaşın.insan yaşayamadıklarından da yorulur demezsin.ya neden diye sorarlarsa.bakkala ayrı,komşuna ayrı,işverene ayrı rol yaparsın.ne hazin tiyatrodur dünya.bazen koşmadan da yorulursun.senelerdir tanıdığın bi arkadaşın sorar birgün’sen kimsin?’.anlatamazsın.pencerenin yere mesafesi hayat mücadelesinden kısadır belki.korkak değilsin kaçamazsın.kaldır kafanı.yalnız değilsin.

      Beğen

    • Bahadır adlı kullanıcının avatarı

      Bahadır 05:48 on 18 Mart 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Harika bi yazı. Aydınlandım.

      Beğen

    • Can adlı kullanıcının avatarı

      Can 10:02 on 4 Nisan 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Çok dogru açiklamişsiniz ama çok homoseksualler ve travistileride biliyorum kendini sanki ayni sindromli olarak gostericek

      Beğen

    • Rumuz adlı kullanıcının avatarı

      Rumuz 22:33 on 26 Haziran 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Ben bir transeksüel ile beraber oldum hamile kalır mı cok tedirginim

      Beğen

    • Hatice adlı kullanıcının avatarı

      Hatice 13:40 on 2 Eylül 2018 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Bu zamana kadar hep kulaktan dolma şeyler duymuştum şu an 24 yaşında bunları okumuş ve neyin ne olduğunu yeni öğrenmiş olmaktan utanıyorum ne kadar geç kalmışım fark etmekte.. umarım bunlar daha çok konuşulur ve farkındalığımız artar

      Beğen

    • seyfi adlı kullanıcının avatarı

      seyfi 10:24 on 14 Mart 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      yazıda “Transeksüel doğmuş kişilerde yapılan otopsilerde beynin cinsiyetinin, doğduğundaki cinsiyeti ile aynı olmadığı görülmüştür. (Beynin bir bölümü erkeklerde ve dişilerde farklıdır.)” denilmiş.

      1.Burada söylenmek istenen beynin hayat içerisinde değiştiği midir? Beyin hayat içinde değişebiliyorsa herkes çok rahat bir şekilde kadın ya da erkek olarak beynini evirebilir ve bu şekilde yaşar. doğru mu? cevap bence de yanlış olacak..
      2.peki eğer söylenmek istenen bu değilse nedir?
      3.sorum ise “beynin bir bölümü erkeklerde ve kadınlarda farklıdır” denilmiştir. kendini trans olarak nitelendiren bireyin beyin filmi çekilse ve incelense hangi cinsiyetin beyin yapısı görünecek. örneğin erkek olarak doğmuş ancak kadın hissediyor. bu kişinin beyninin yapısı erkek beyni gibi mi kadın beyni gibi midir?

      Bilgisi olan arkadaşlar aydınlatabilirse sevinirim.

      Beğen

    • Özğür düşünce adlı kullanıcının avatarı

      Özğür düşünce 15:04 on 3 Temmuz 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yaşadığım ülke Avustralya,da eşcinsel evliliği yasal olarak aynı haklardan yararlanıyorlar. Bu eşcinsel evliliği onaylamayıda Avustralya halkına referandum İle soruldu.
      o/o 60 oranda çoğunlukla eşcinsel evliliğe evet denildi. Transeksüel biyolojik görüntülerine karşın beyin cinsiyetleri farklı olması ve bir çok tedavi görerek hormon tedavisi ve cinsiyet deyiştirmeleri sık karşılaşılan bir durumdur.Bence insanlar nasıl
      mutlu oluyorsa öyle yaşamalıdır. Kadın ruhu taşıyan kadını düşünen ve kadın gibi hareket eden killerim erkek gibi yaşanmaları beklenemez.

      Beğen

    • Merve adlı kullanıcının avatarı

      Merve 09:50 on 31 Temmuz 2019 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      panseksüel transeksüellere karşı bir fobim zaten yoktu. Ama maalesef hala lezbiyen biseksüel vs gibi farklı yönelimler hala benim için biraz şok edici. Yanlış anlaşılmasın asla onlara karşı farklı bir tutumum olmadı sadece Homofobiklere sana ne diyebilsem de kendi içimde halledemedim maalesef.

      Beğen

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 15:44 on 12 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , , Trans Erkek, ,   

    Trans ya da Transeksüel olarak açılmak 

    Varsaydıklarından farklı bir cinsiyete sahip olduğumu başkalarına nasıl söylerim? Kendimi ne ölçüde açığa vuracağıma nasıl karar veririm? Açılmamda bana ne yardımcı olur?

    Kimisi geleceğini bir kadın olarak sürdüreceğini arkadaşlarıyla emeklilikten sonra paylaşır. Bir başkası ise henüz kreşteyken bir erkek olduğunun bilincindedir ve bunu ifade etmiştir. Bir insanın cinsiyetinin dış görünüşünden belli olduğunun ve yaşam boyu aynı kaldığının kabul gördüğü bir dünyada transeksüel bireyler “açılmak” zorundadır. Ve genellikle büyük bir açılmadan sonra -aile ve arkadaşlara yönelik, okulda ya da iş ortamında- bir çok küçük kendini açıklama anı gelir.

    Transeksüel olduğumdan emin olmak mı zorundayım?

    Kendi cinsel kimliklerine dair bir özel kesinlik trans bireylerden sıkça beklenir. Oysa siz emin olmak ya da kendinizi net bir şekilde konumlandırmak zorunda değilsinizdir. Sizin de tereddüt etmeye, iyice düşünmeye ya da iç güdünüzü dinlemeye, daha sonra tekrar “eski” rolünüze dönmeye veya bambaşka bir role karar vermeye hakkınız vardır.

    Açılıp açılmayacağıma ve nerede açılacağıma nasıl karar veririm?

    Açılıp açılmayacağınıza, ne zaman ve kime açılacağınıza kendi yaşam kaliteniz ve güvenliğiniz için iyi olan neyse ona göre karar vermelisiniz. İnsanların bir çoğu açıldıktan sonra ayrımcılığa uğramaktan ve önemli destekçilerini ya da korunaklı alanlarını kaybetmekten korkar. Bu haklı endişe, gündelik yaşamlarında halihazırda ırkçılıkla, yoksullukla ya da soyutlama ile baş etmek zorunda olan insanlara daha da ağır gelebilir. Bu durumda kendi cinsel kimliğini yalnızca belirli alanlarda özgürce yaşamak da düşünülebilir.

    Diğer yandan bir çok trans birey artık rol yapmak zorunda olmamanın özgürleştirici bir duygu olduğundan bahseder. Açılma, kişinin başkalarıyla ve kendisiyle olan ilişkisini derinleştirmesi ve yeni arkadaşlar bulması anlamına da gelebilir. Buna ek olarak, çoğu zaman açılma konuşmaları korkulduğundan çok daha olumlu geçer.

    Açılmada bana ne yardımcı olur?

    Bir çok insana şunların yardımı olur:

    Otobiyografilerden, röportajlardan ya da benzeri deneyim aktarımlarından diğer insanların kendi açılmalarını nasıl kurguladığına ve deneyimlediğine kulak vermek.

    Forumlarda, öz yardım gruplarında veya dayanışma mercilerinde başkalarıyla paylaşımda bulunmak.

    Cinsel öz belirlenim hakkı konusunda kendiniz bilinçlendirmek.

    Açılma esnasında daha az açıklamaya gerek kalması için, el ilanları veya filmlerle başkalarını rast geldikçe konuya hazırlamak.

    Kendilerine ihtiyaç duydukları kadar zaman tanımak.

    Olumsuz tepkilerle nasıl baş edebilirim?

    Diğer insanlar reddiyeci veya şüpheci bir şekilde transeksüel olarak açılmanıza tepki gösterirse bu elbette acı verici ve adaletsiz bir şeydir -bu durumda bu tür savunma tepkilerinin nedenlerinin sizden değil, aksine karşınızdakinden kaynaklandığını hatırlamak çok daha önemlidir. Zamanınızı size güç veren insanlarla ve uğraşlarla geçirmeyi deneyin.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 16:51 on 29 July 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Trans Erkek, ,   

    Mahkeme: Trans birey sizi nasıl rahatsız etti? 

    T.T. adlı seks işçisine “rahatsız etme” suçundan kesilen para cezaları bozulunca, İçişleri Bakanlığı aleyhine tazminat davası açıldı.
    Ankara ’da yaşayan T.T. adlı seks işçisine “rahatsız etme” suçundan ötürü birer gün arayla Kabahatlar Kanunu’na göre kesilen para cezası, yargı tarafından iptal edildi. İki ayrı mahkeme, “rahatsız etme eyleminin tutanak kapsamında belirtilen eylemle örtüşmediği, olayın gerçekleştiğinin sabit olmadığı, rahatsız etmek eyleminin ne olduğu konusunda bir açıklık bulunmadığı ve soyut tespite dayalı para cezası verilemeyeceği” için kararı bozdu. T.T.’nin avukatı Ahmet Toköz, iki cezanın da iptal edilmesi üzerine İçişleri Bakanlığı aleyhine tazminat davası açtı. Avukat Toköz, dilekçesinde, polislerin trans bireyleri cinsel kimliklerinden ötürü sistematik olarak cezalandırdıklarını savundu.

    ‘RAHATSIZ ETMEK NE DEMEK?’

    Ankara’da seks işçisi olarak çalışan T.T. adlı trans bireye geçen 24 ve 25 Nisan tarihinde polis tarafından iki ayrı para cezası kesildi. Polis, T.T. hakkında Kabahatlar Kanunu’nun 37. maddesine göre “rahatsız etme” suçundan işlem yaptı. T.T.’nin avukatı Ahmet Toköz, karara itiraz etti. Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi Recep Kınalı, 91 TL’lik para cezasının “mahallede oturduğu belirtilen meçhul kişilerin telefonla ihbar etmesi” üzerine verildiğini kaydederek, “rahatsız etme eyleminin tutanak kapsamında belirtilen eylemle örtüşmediği gibi, olayın gerçekleştiğinin de sabit olmadığı” gerekçesiyle 1 Temmuz’da kararı iptal etti.
    T.T.’nin 25 Nisan’da aldığı ikinci para cezası da, Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi Zeka Kayalı’ndan döndü. Hakim Kayalı, 30 Mayıs’ta verdiği kararında, “rahatsız etmek eyleminin ne olduğu konusunda herhangi bir açıklık bulunmadığı ve soyut tespite dayalı para cezası verilemeyeceği” için bu cezayı iptal etti.

    ‘SİSTEMATİK SALDIRI’
    İki cezanın iptal edilmesi üzerine Avukat Ahmet Toköz, İçişleri Bakanlığı aleyhine tazminat davası açtı. Toköz’ün dilekçesinde; polislerin birçok kez yaşanıldığı üzere T.T.’ye cinsel kimliğinin suç olduğu kabulüyle hareket ederek, ceza verdiğini, adeta cinsel kimliğin cezalandırıldığını ve müvekkiline ayrımcılık uygulandığını savundu. Bu ceza uygulandıktan sonra T.T.’nin gözaltına alındığını kaydeden Toköz, “Polis müvekkili haksız olarak durdurmakla kalmamış idari yaptırım kararını uygulamak için polis merkezine götürmüş ve haksız gözaltı işlemi uygulayarak özgürlüğünü de kısıtlamışlardır” dedi. Çankaya Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polislerin sık sık trans bireylere karşı fuhuş yaptıkları iddiasıyla ceza kestiğini hatırlatan Toköz, “kimsenin fuhuş yapma eyleminden ötürü cezalandırılamayacağını” kaydetti. Bu uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlali anlamına geldiğini vurgulayan Toköz, “Bu memurlar eylemlerini bir çok kere tekrarlamıştır. Ülkede özgür bir birey olarak yaşama hakkına sahip olan müvekkil, cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi ve cinsiyet ifadesi nedeniyle özgürlüğünün kısıtlandığını ve güvenliğinin kamu gücünü kullananlar tarafından tehlikede olduğunu düşünür ve çözüm üretemez hale gelmiştir” dedi.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 15:44 on 28 November 2013 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , Trans Erkek,   

    Türkiye’de Trans Olmak! 

    Zordur… Sürekli didişir durursunuz bedeninizle. Doğanın hatasını düzeltmek size düşmüştür. Sürekli bu hatayla mücadele etmek, bir yandan da birlikte yaşamaya alışmak zorundasınızdır. Bedeninizi yeniden “tasarlamak”; yepyeni bir beden yaratmak zorundasınızdır. Bir anlamda tanrıyla yarışmak yani…

    Sesiniz, tüyleriniz, elleriniz, ayaklarınız, cildiniz, göğüsleriniz, kalçalarınız, cinsel organınız; hepsi beyninizde “arıza” olarak kodlanmıştır. Onarılmalıdır. Bunun için içinizde “tasarladığınız” kadına giysiler giydirmek, makyaj yapmak hiç bir zaman yeterli gelmeyecektir size; çok daha derinlere inip, kimyasını değiştirmeniz gerekir bedeninizin. Bu, yaşamınızın bundan sonraki bölümünü psikiyatristlerle, endokrinologlarla, bir sürü tahlillerle ve bir takım ilaçlarla geçireceksiniz demektir. Gün gün bedeninizdeki değişimi izlersiniz artık. Yeni bağımlılığınıza da merhaba dersiniz; aynalar…

    Ölmek isteyeceğiniz zamanlar çoktur. Ne yapsanız, ne etseniz hiçbir zaman tam da içinizdeki kadın olamayacağınızı düşündüğünüz zamanlar ölmek istersiniz. Gerçekleşmesi için çalıştığınız düş yaşamla tek bağınızdır. Bu giderek sizi “sürekli” bir düş içinde yaşamaya zorlayacaktır. Uyandığınız anlarda ölmek isteyeceğiniz bir düş…

    Ailenizden, dostlarınızdan ister istemez uzaklaşırsınız.
    Oluşmakta olan “yeni” bedeninizi bir yandan gizlemeye çalışırken, bir yandan da görmesini istersiniz herkesin. İkili bir yaşam sürdürmeye başlarsınız artık; meşru olan ve olmayan… Dişiliğinizi dışa vurmamaya ne kadar çalışsanız da bunun elinizde olmadığını, yani bir “tercih” değil, bir “zorunluluk” olduğunu anladığınızda en sancılı süreç başlar; açılma… Açıldıkça daha da yalnızlaşırsınız…

    Bu “yalnızlaşma”nın bir diğer boyutuyla da, tanrıyla yarışıyor olmanızın diğer insanlarda uyandırdığı rahatsızlık, öfke, öteleme, yok sayma, yok etme duygularıyla karşılaştığınızda tanışırsınız. Sokakta meraklı, alaycı, aç, öfkeli gözlerden kaçırmaya çalışmak boşunadır gözlerinizi. Annesine “anne bu kadın mı, erkek mi?” diye soran çocuğun sesi ister istemez uğuldar beyninizde. Çarşıda, pazarda satıcının “buyur abla!” derken gözlerindeki alaycı ifadeyi nereye koyacağınızı bilemezsiniz. Sürekli tetikte olmanız gerekir kalabalıkların içinde. Kişilerin bir başınayken kuzu, grup halindeyken kurt olduklarını öğrenmişsinizdir artık; sık sık yolunuzu değiştirirsiniz.

    Gittikçe daha alıngan, kırılgan olmaya başlarsınız. Sevgilinizle yollarda hiçbir zaman el ele, sarmaş dolaş yürüyemeyeceğinizi bilmek, dostlarınızın artık sizinle birlikte görünmekten kaçındığını görmek acıdır. Kocaman mutsuzluklar ve küçücük mutluluklarınızla yaşamın kıyısında yürürken, sizi kıyıdan daha içerilere çekecek dost eller ararsınız sürekli. Sizi “meşru” olarak gören ve sizi “böyle” sevecek dostlar… Bunun için her türlü iletişim yolunu açık tutmak zorundasınızdır; başka şansınız yoktur.

    Burada duralım artık. Şimdi arkanıza yaslanın ve düşünün; artık sokakta gördüğünüz bir transeksüele daha önce baktığınız gibi bakabilecek misiniz?

    Serap – Gacı  28 – 11 -2003

     
    • ahmet adlı kullanıcının avatarı

      ahmet 13:35 on 29 Ağustos 2015 Kalıcı Bağlantı | Cevapla

      bol bol kitap okurum üzelikle tarih bilim ilim vese ben birtürlü bu insanlardan anlayamadım Mesele surye tarih derinliklerine baktığımızda neler neler var ilginç Mesele memlekete şehre indiğimde mileti izlerim çarşı kalabalık yerler İnsanlar hep koşturuyolar bakiyorum izliyorum Anlık çıkar vebe nice nice akıl almaz yaşam Bazen soruyorum bu ne koşmak koşturmak Yani kısacası anlamlı yaşam varken akılı yaşam iradeli yaşam mutlaka olmalı ama baktığımızda cidi birbirini anlayan yok HERKES ÖZGÜR OLMALI insanlar mutlaka bir ibrine saygılı olmalı Ne ekersin onu biçersin

      Beğen

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 12:23 on 11 July 2013 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , Trans Erkek, ,   

    Türkiye’de Trans Kadın Olmak 

    Türkiye de transeksüel olmak; transeksüel olmak hayat boyu üzerinde bir yük taşımak demektir. Ülkemizde maalesef ki transeksüellerin durumu oldukça kötü. toplum bilgili değil. aileler bilgili değil. Toplumumuza travesti ve transeksüeller sadece olay olduğunda gösteriliyor. Haberlerde bağıran çağıran travestiler gösteriliyor. Hem de aşağılayıcı bir şekilde. (‘adamlar yine sahnede..!’)

    Bu toplum bu haberleri izleyince travesti ve transeksüellerin bundan ibaret olduğunu anlıyorlar. Tu kaka uzaylı yaratık gibi görmeye başlıyor toplum…

    Maalesef günümüzde, evine kapanan travesti ve transeksüel oldukça fazla. Dışarı çıkmaya korkar olmuşlar. taciz korkusu hakaret korkusu şiddet korkusu… akşam On dan sonra seks işçiliği yapsın yapmasın. travesti ve transeksüel gören memurlar sorgusuz sualsiz ekip arabasına aldıkları o dönemler…. ”ben seks işçisi değilim” desende nafile. Karakola alınıp yok yere para cezası kesiliyor. Üstelik bakkala gitmek için evden çıkan, seks işçisi olmayan bir transeksüel yaşıyor bunu. Ve bu cezayı nasıl ödeyeceklerini bile sormuyorlar. ”Seks işçisi isen çalış öde..!” deniliyor. Bu cezayı keserek; bu insanları bir kez daha seks işçiliğine ittiklerinin farkındalar mı bilinmez… Normal iş verilmediği gibi, para cezası ödemesi için medet umuyorlar.

    transeksüel bireyler, genç yaşta cinayete kurban gidiyorlar. kendi abisi bile sırf transeksüel olduğu için kardeşini öldürüyor. Ne var namusmuş.! Ailesi reddediyor. transeksüeller yalnız yaşamaya mahkum ediliyorlar. Sevgiden yoksun aileden yoksun. Seks işçiliği dışında başka bir şans tanınmıyor bu insanlara. Neden çünkü transeksüeller! Ötekiler! Kiralık ev tutmak istediğinde bile, yüksek miktarda kira isteniyor. ”transeksüelsin sen mecbursun o evi tutmaya, başka şansın yok…”

    Bu durum gerçekten derinden kanayan bir yara, ülkemiz için. Halbuki bir çok şey yapılabilir. Aileler ve toplum bilgilendirilse durumlar daha da düzelebilir. Ama maalesef hiç bir yüksek makamda ilgili kimse yok.. Kimse transeksüel ve eşcinsel bireylerin sesini serzenişlerini duymak istemiyor yada duymazdan geliyor….

    Toplumda, sokakta bir transeksüel gördüklerinde, alaycı bakışlarla tacizlerle küfürlerle aç gözlü bakışlarla karşılanıyorlar. Benim ailemde yok, transeksüel olamazda diye bir kurama takılmış insanlar. Peki transeksüellerin annesi babası ailesi yok mu? Ailede transeksüel olması, bu o ailenin namussuz olduğu anlamına mı geliyor?

    İnsanlara, topluma, ailelere, travestinin transeksüelin onların ailesi içinden de çıkabileceği anlatılmalıdır. bunun bir tercih olmadığı, özenti olmadığı, transeksüellerin bu durumda, suçlarının olmadığı insanlara anlatılmalıdır… Doğarken hangi insana kadın mı? erkek mi? transeksüel mi? doğmak istersin diye sorulmadığı insanlara anlatılmalıdır. çok geç kalınsa da!…

    Ülkemizde milyonlarca, Eşcinsel, Travesti, transeksüel, Lezbiyen var….

    Travesti ve transeksüel cinayetlerinde hemen üstü körü bir haber yapılıyor o kadar. Ama heteroseksüel bireyler cinayete kurban gittiğinde günlerce programlar yapılıyor, (burada tabi ki hiç bir insan cinayete kurban gitmeyi hak etmez heteroseksüel olsa bile, (yanlış anlaşılmasın) Aynı haklara eşcinsellerde sahip olmalı.onlar içinde günlerce yapılan programlar olmalı….

    Kim bilebilir ki? bir gün kardeşinin, ablasının, abisinin, çocuğunun, eşcinsel olmayacağını kim bilebilir?

    Umarım bir gün travestiler de transeksüeller de insanca yaşayabilirler ülkemizde.

    yazan:  trans azranil.  07/2013

    transseksuel.net

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 01:40 on 2 May 2007 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Trans Erkek, , , , Transseksüeller,   

    Trans Kadın Olmak 

    düşlerim gerçek; gerçeğim yalan!..”
    kadın şarkıları’ndan…

    I.

    zordur… sürekli didişir durursunuz bedeninizle. doğanın rastlantısallığının sonuçlarını düzeltmek size düşmüştür. bedeninizi yeniden “tasarlamak”; yepyeni bir beden yaratmak zorundasınızdır. bir anlamda tanrıyla yarışmak yani…

    sesiniz, tüyleriniz, elleriniz, ayaklarınız, cildiniz, göğüsleriniz, kalçalarınız, cinsel organınız; hepsi beyninizde “arıza” olarak kodlanmıştır. onarılmalıdır. bunun için içinizde “tasarladığınız” kadına giysiler giydirmek, makyaj yapmak hiç bir zaman yeterli gelmeyecektir size; çok daha derinlere inip, kimyasını değiştirmeniz gerekir bedeninizin. bu, yaşamınızın bundan sonraki bölümünü psikiyatristlerle, endokrinologlarla, bir sürü tahlillerle ve bir takım ilaçlarla geçireceksiniz demektir. gün gün bedeninizdeki değişimi izlersiniz artık. yeni bağımlılığınıza da merhaba dersiniz; aynalar…

    ölmek isteyeceğiniz zamanlar çoktur. ne yapsanız, ne etseniz hiçbir zaman tam da içinizdeki kadın olamayacağınızı düşündüğünüz zamanlar ölmek istersiniz. gerçekleşmesi için çalıştığınız düş yaşamla tek bağınızdır. uyandığınız anlarda ölmek isteyeceğiniz bir düş… bu düşün gerçek, gerçeğinse aslında bir düş olduğunu kimselere anlatamazsınız.

    ailenizden, dostlarınızdan ister istemez uzaklaşırsınız.

    oluşmakta olan “yeni” bedeninizi bir yandan gizlemeye çalışırken, bir yandan da görmesini istersiniz herkesin. ikili bir yaşam sürdürmeye başlarsınız artık; meşru olan ve olmayan… dişiliğinizi dışa vurmamaya ne kadar çalışsanız da bunun elinizde olmadığını, yani bir “tercih” değil, bir “zorunluluk” olduğunu anladığınızda en sancılı süreç başlar; açılma… açıldıkça daha da yalnızlaşırsınız…

    bu “yalnızlaşma”nın bir diğer boyutuyla da, tanrıyla yarışıyor olmanızın diğer insanlarda uyandırdığı rahatsızlık, öfke, öteleme, yok sayma, yok etme duygularıyla karşılaştığınızda tanışırsınız. sokakta meraklı, alaycı, aç, öfkeli gözlerden kaçırmaya çalışmak boşunadır gözlerinizi. annesine “anne bu kadın mı, erkek mi?” diye soran çocuğun sesi ister istemez uğuldar beyninizde. çarşıda, pazarda satıcının “buyur abla!” derken gözlerindeki alaycı ifadeyi nereye koyacağınızı bilemezsiniz. sürekli tetikte olmanız gerekir kalabalıkların içinde. kişilerin bir başınayken kuzu, grup halindeyken kurt olduklarını öğrenmişsinizdir artık; sık sık yolunuzu değiştirirsiniz.

    gittikçe daha alıngan, kırılgan olmaya başlarsınız. sevgilinizle yollarda hiçbir zaman el ele, sarmaş dolaş yürüyemeyeceğinizi bilmek, dostlarınızın artık sizinle birlikte görünmekten kaçındığını görmek acıdır. kocaman mutsuzluklar ve küçücük mutluluklarınızla yaşamın kıyısında yürürken, sizi kıyıdan daha içerilere çekecek dost eller ararsınız sürekli. sizi “böyle” sevecek dostlar…

    zira onların gözlerinde, doğduğunuzda size biçilen cinsiyet rolünü reddederek yaptığınız bu mikro “devrim”e duydukları saygıyı görmek sizi ayakta tutacaktır.

    II.

    peki neden bu “acı – mutlu” hayat? (bitter – sweet manasında!). mutluyum evet; bunca acı ve zorluğa karşın. “egemenin” bedenim üzerindeki egemenliğine “görece” son verdim. bedenim ilaçlarla, ameliyatlarla her ne bokla da olsa, giderek benim istediğim beden oluyor. artık kendimi seviyorum. bedeli ne olursa olsun…

    “cinsel yönelimim”mi cinsiyet rolümü reddetmeme yol açtı? (eşcinsel dostlarım duruma biraz böyle yaklaşıyor; erkeklere ilgi duyuyorum, eh! eşcinsellik de hoş bi şey değil, o halde kadın olmalıyım…) hayır! beynimin derinliklerinde yaşadığım bu değildi. hatta cinsel yönelimim üzerinde çok da fazla kafa yorduğumu söyleyemem. kafamı yoran bedenimdi. bu beden benim değildi. bedenim bir erkek bedeni ama “cinsiyet kimliğim” kadındı. dikkat: “biyolojik cinsiyetim” demiyorum, cinsiyet kimliğim söz konusu olan… beden – beyin diyalektiği… 0-3, 0-5, 0-8 herneyse, o yaşlarda, çok “çeşitli” nedenlerle oluşan… (bu “çeşitlerin” içinden modern tıp da çıkabilmiş değil henüz. eh! tıpta her bilinmeyenin de cevabı deliliktir; o halde bana da bir çeşit deli gözüyle bakılabilir; bu nedenle olsa gerek bedenimin “istediğim beden” olması kararını psikiyatristlerin vermesi…)

    III.

    peki ben “rol” mü yapıyorum? hani cinsiyet rolü filan diyoruz ya… yani “erkek” olmama rağmen “kadın rolü” mü oynuyorum? yakın bir erkek arkadaşım “erkeklik zor bir kimliktir; sen herhalde bunu kaldıramadın” demişti. bu nedenle mi “rol” değiştirip, bin kat daha zor bir yaşama giriştim? yeni tanıştığım bir kadın arkadaşım da “transeksüel olduğun hiç belli olmuyor, söylemeseler inanmazdım” dedi geçenlerde. beni bir kadın olarak kabul etmiyor ama ‘rolünü iyi oynuyorsun’ demeye getiriyordu.

    kadınlık ve erkekliğin “öğrenilen”, dahası: “öğretilen”! roller olduğunu cinsiyetimi, bedenimi “yeniden inşa” ederken öğrendim. “yeniden inşa” gereksinimi duymayan insanlara bunu anlatmanın zorluğunu da çok yaşadım. cinsiyet kimliği kavramını bilmeyen, cinsiyeti yalnızca biyolojik cinsiyete indirgeyen insanlar toplumsal cinsiyet kavramını ne kadar doğru algılayabilirler?

    bir örnek: üç hostes kızımız gökten düşmüş ve bir kitap yazmışlar. köpeği için servis isteyen gazeteciler, hosteslere kur yapan sanayiciler filan. ama doğal olarak benim en ilgimi çeken bölüm, kur yaptığı kişinin “erkek” çıkması sonucu “rezil” olan playboy oldu. yazarlarımız, playboy’umuzun yanında oturan hatunu “mini etekli nefis bir hatun” olarak betimlemişler önce. eh playboy bu, durur mu; kur yapmış garibim. ama her nasılsa hatunun transeksüel olduğu öğrenilince, playboy ve yazarlarımız anında, hatunun “aslında erkek” olduğuna kanaat getirmişler. ah cehalet, vah cehalet…

    peki benim “devrimime” saygı duyan heteroseksüel ya da kimi eşcinsel kadın arkadaşlarım çok mu farklı bakıyorlar bana? her ne kadar hissettirmemeye çalışsalar da yazık ki bakışları üç aşağı, beş yukarı aynı… yani “biyolojik cinsiyet” belirleyici oluyor çoğu zaman.

    IV.

    eh! dönmeyim! sonuçta… dönme: yaygın kullanımı açısından bu kadar yanlış kullanılan ama olguyu bu kadar doğru betimleyen bir sözcük daha var mı acaba?

    evet döndüm… gerçeğime!.. bana öğretilene değil; duyumsadığıma, içimde yaşadığıma…

    gözlerinizden öpüyorum.

    serap

    gacistanbul.org – 02 Mayıs 2007 

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 02:18 on 10 February 2005 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , , , , , , , Trans Erkek,   

    Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik ve Eşitsizlik 

    Bir erkek olmak nasıl bir şeydir? Ya bir kadın olmak? Ünlü gezgin Jan Morris, bir zamanlar erkekti. James Morris olarak, Everest’e başarılı bir tırmanış yapan İngiliz gezi ekibinin bir üyesi idi. Aslında, oldukça ‘erkek gibi’ bir erkekti araba yarışıcısıydı ve pek çok spor dalıyla uğraşmaktaydı. Yine de kendisini her zaman, erkek bedeni içindeki bir kadın olarak hissetmişti. Bu yüzden cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirdi; o günden bu yana da bir kadın olarak yaşamını sürdürmektedir.

    Morris’in yazdığı, cinsiyet değiştirme deneyimini anlattığı kitapta, erkek ve kadınların yaşadıkları ayrı dünyalara ilişkin kimi zekice düşünceler vardır:
    Bize, cinsler arasındaki toplumsal uçurumun giderek daraldığı söylenmekteyse de, ben yalnızca, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, yaşamı her iki rolü de [kadın ve erkek] yüklenerek geçirdiğimi ve varoluşun erkekler ile kadınlar arasında farklı olmayan hiçbir yönü, günün hiçbir anı, hiçbir ilişki, hiçbir düzenleme, hiçbir tepki olmadığını söyleyebilirim. Bana hitap eden ses tonu, [kuyrukta] yanımdakilerin duruşu, bir odaya girdiğim ya da bir lokantada oturduğumda havadaki o duygu bile sürekli olarak benim statü değişikliğimi vurgulamaktaydı.

    Ve eğer başkalarının tepkileri değiştiyse, benimkiler de değişti. Daha fazla bir kadın olarak görüldükçe, daha fazla kadın oldum. Yeni durumuma ister istemez uyum sağladım. Arabaları geri geri sürmekte ya da şişeleri açmakta beceriksiz görüldüğümde, tuhaf bir biçimde daha beceriksiz hale geldiğimi gördüm. Eğer bir konunun benim için çok ağır olduğu düşünülüyorsa, kendim de açıklanamaz biçimde böyle olduğunu gördüm…

    Örneğin, daha uygar erkek arkadaşlarım tarafından öğle yemeğine götürüldüğümde, işini gereğinden çok ciddiye alan garsonun çok da uzun olmayan bir zaman önce bana göstermiş olduğu davranışın, şimdi arkadaşıma gösterdiği davranış gibi olduğunu düşünmek beni eğlendiriyor. Eskiden olsa beni, saygılı bir ciddiyetle selamlardı. Şimdi peçetemi, sanki benimle eğleniyormuş gibi oyuncu bir gösterişle açıyor. Daha sonra benim siparişimi büyük ilgiliye alıyor ve benden hoppaca bir şeyler söylememi bekliyor (ve ben de söylüyorum) (Morris 1974).

    Birisinin bir ‘erkek’ken bir ‘kadın’ olabileceğini düşünmek, çoğumuzun kısa bir süre duraklamasına yol açıyor çünkü, cinsiyet farklılıkları yaşamlarımızda böylesine önemli bir etkiye sahip. Genellikle bu farklılıkları tam da çok yaygın olduklarından görmeden geçeriz. Bunlar en başından beri içimizde yer etmiştir.

    Bu bölümde, insan cinsel davranışının doğasını incelemenin yanı sıra cinselliğin insanın cinsel kalıpları ve cinsel farklılıkların karmaşık niteliğini de çözümleyeceğiz. Çağcıl toplumlardaki cinsel yaşam, başka pek çok şey gibi, çoğumuzun duygusal yaşamını etkileyen önemli değişimler geçirmektedir. Bu değişmelerin neler olduğunu öğrenecek ve bölümün sonlarına doğru bunların daha geniş açılardan önemini yorumlamaya çalışacağız.

    İşe, erkek çocuklarıyla kız çocukları, erkeklerle kadınlar arasındaki farklılıkların kökenlerini araştırarak başlıyoruz. Araştırmacılar, doğuştan gelen biyolojik özelliklerin bizim cinsiyet kimliklerimiz ve cinsel etkinliklerimiz üzerinde bıraktığı kalıcı etkilerin derecesi konusunda anlaşmazlık içindedirler. Cinselliğimizin, pek çok gelişmemiş hayvanın iyi bilinen kuşlar ve arılar gibi cinsel etkinliklerinin içgüdüsel niteliği anlamında içgüdüsel olduğunu artık hiç kimse düşünmemektedir. Bununla birlikte kimi araştırmacılar, cinsiyet ve cinselliğin çözümlenmesinde toplumsal etkilere, başka etkilerden daha öncelikli bir yer vermektedir.

    Seks, Toplumsal Cinsiyet ve Biyoloji

    Gündelik konuşmada kullandığımız ‘seks’ sözcüğü, hem bir kişi kategorisine hem de ‘seks yapmak’ gibi insanların bulunduğu edimlere gönderme yapan muğlak bir sözcüktür. Açıklık amacıyla, kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik ya da anatomik farklar anlamındaki seks ile cinsel etkinlik arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Ayrıca, SEKS ile TOPLUMSAL CİNSİYET arasında da bir başka önemli ayrım yapmalıyız. Seks bedenin fiziksel farklarına göndermede bulunurken cinsiyet, erkek ve kadınlar arasındaki ruhsal, toplumsal ve kültürel farkları dikkate almaktadır. Seks ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım temel bir ayrımdır, çünkü erkeklerle kadınlar arasındaki farklar köken bakımından biyolojik nitelikte değildirler.

    Kadınlarla erkeklerin davranışları arasındaki farkların ne kadarı toplumsal cinsiyet yerine seksten kaynaklanmaktadır? Başka deyişle bu davranış farklılıklarının ne kadarı biyolojik farkların bir sonucudur? Kimi yazarlar, kadınlar ile erkeklerin davranışları arasındaki farkların, bütün kültürlerde kimi biçimlerde varolan, doğuştan gelen farklılıklar olduğuna inanmaktadırlar; sosyobiyolojinin bulguları da büyük ölçüde bu yöndedir. Kuşkusuz, diye sormaktadır sosyobiyologlar, bu erkeklerin, kadınlarda olmayan biyolojik temelli bir saldırganlık eğilimleri olduğunun bir göstergesi değil midir?

    Başka araştırmacılar bu kanıtı pek ikna edici bulmamaktadırlar. Onlara göre erkeklerin saldırganlığı, kültürden kültüre değişmeler göstermekte ve kimi kültürlerde kadınlardan daha edilgen ya da daha nazik olmaları beklenmektedir (Elshtain 1987). Dahası, bu araştırmacılar, bir özellik az çok evrensel diye bunun ille de biyolojik kökenli olması gerekmez diye eklemektedirler; böyle nitelikleri yaratan genel türden kültürel etkenler bulunabilir. Örneğin, çoğu kültürde, kadınların çoğunluğu yaşamlarının önemli bir bölümünü çocuk bakmakla geçirebilir ve av ya da savaşta yer almazlar. Bu görüşe göre kadın ve erkeklerin davranışları arasındaki farklar esas olarak, kadın ve erkek kimliklerinin ya da dişillik ile erilliği toplumsal olarak öğrenilmesiyle ortaya çıkmaktadırlar.

    Hayvanlardan elde etilen kanıtlar

    Bu kanıtlar neyi göstermektedir? Olası bir bilgi kaynağı, seksler arasındaki hormonal özellikler arasındaki farklardır. Kimi yazarlar, erkeğin seks hormonu testosteronun, erkeğin saldırganlık eğilimi ile elele gittiğini ileri sürmüşlerdir. Araştırmalar, örneğin, erkek maymunların doğar doğmaz hadım edildiklerinde, daha az saldırgan olduklarını göstermiştir; buna karşılık, testosteron verilen dişi maymunlar, sıradan maymunlara göre daha saldırgan hale gelmektedir. Bununla birlikte, maymunlara diğerleri üzerinde egemen olma fırsatı verilmesinin, gerçekte testosteron düzeyini artırdığı da görülmüştür. Dolayısıyla, hormonun artan saldırganlığa neden olmasından çok, saldırgan davranışın hormon üretimini etkiliyor olması olasıdır.

    Bir başka olası kanıt kaynağı, hayvan davranışının doğrudan gözlenmesidir. Erkek saldırganlığını biyolojik etkilere bağlayan yazarlar çoklukla, gelişmiş hayvanlar arasındaki erkek saldırganlığını vurgulamaktadırlar. Bunlara göre, eğer şempanzelerin davranışlarına bakarsak, erkeklerin değişmez biçimde dişilere kıyasla daha saldırgan olduklarını görürüz. Yine de, aslında hayvan türleri arasında büyük farklar bulunmaktadır. Örneğin gibbon maymunlarının erkekleri ile dişileri arasında, saldırganlık bakımından pek az göze çarpan fark vardır. Dahası pek çok dişi maymun kimi durumlarda, örneğin yavruları tehdit altındayken, son derece saldırgan olurlar.

    İnsanlar ilan elde edilen kanıtlar

    İnsanlar sözkonusu oldukta, temel bir bilgi kaynağı tek yumurta ikizlerinden gelmektedir. Tek yumurta ikizleri, tek bir yumurtadan ortaya çıktıklarından, kesinlikle aynı genetik yapıya sahiptirler. Belirli bir örnekte, erkek tek yumurta ikizlerinden birisi, sünnet edilirken ciddi biçimde yaralanmış ve cinsel organlarının bir kadın olarak yeniden yapılmalarına karar verilmiştir, ikizler altı yaşlarında, Batı kültüründe bulunun tipik erkek ve dişi özellikleri göstermekteydiler. Küçük kız diğer kızlarla oynuyor, ev işlerine yardım ediyor ve büyüdüğünde evlenmek istiyordu. Erkek çocuğu, öteki erkek çocuklarının yanında olmayı yeğliyordu; gözde oyuncakları arabalar ve kamyonlardı ve büyüdüğünde bir polis ya da itfaiyeci olmak istiyordu.

    Bu örnek, bir süre için, toplumsal cinsiyet farklılıklarının toplumsal olarak öğrenilmesinin ezici etkisinin kuşkuya yer vermeyen bir örneği diye görülmüştü. Bununla birlikte kız çocuğu genç kız olduğunda, bir televizyon programında kendisiyle bir konuşma yapıldı. Bu konuşma, kızın kendi toplumsal cinsiyet kimliği hakkında sorunları olduğunu, hatta kendisinin her şeyden önce ‘gerçekten’ bir erkek olduğunu duyumsadığını ortaya çıkarmıştır. Bunun ardından kız kendi ilginç geçmişini öğrenmiştir; bu bilgi pekala kendi kendisi hakkındaki değişen bakışının nedeni olabilir (Ryan 1985).

    Bu örnek, kadınlarla erkekler arasındaki gözlenen davranış farklılıkları üzerinde biyolojik etkilerin bulunma olasılığını dışlamamaktadır. Ne ki, eğer bu farklılıklar varsa bile, bunların fizyolojik kökenleri hâlâ belirlenmiş değildir. Bu sorun bugün de tartışmalıdır; ama Richard Levvontin’in vardığı sonuç, başka pek çok kişinin de kabul edebileceği bir sonuçtur:

    Bir kişinin kendi kimliğini birincil olarak erkek ya da kadın diye belirlemesi, bu belirlemeye eşlik eden tutum, düşünce ve istekler toplamıyla birlikte, bu kişiye çocukken hangi kimliğin yüklendiğine bağlıdır. Olayların olağan seyrinde, bu kimlikler, uyumlu kromozom, hormon ve morfoloji farklılıklarına karşılık gelir. Dolayısıyla, biyolojik farklılıklar, toplumsal roller arasındaki farklılaşmanın bir nedeni olmak yerine bir habercisi haline gelir (Levvontin 1982).

    Cinsiyetin Toplumsallaşması

    Biyolojik kanıtların toplumsal cinsiyet farklılıklarını anlamamıza katkısı olsa da, tutulacak bir başka yol, cinsiyet toplumsallaşmasının, aile ve basın gibi toplumsal etkenler yoluyla toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenilmesinin incelenmesidir.

    Anne Babanın ve Yetişkinlerin Tepkileri

    Cinsiyet farklılıklarının ne ölçüde toplumsal etkilerin bir sonucu olduğunu incelemek üzere pek çok çalışma yapılmıştır. Anne ile bebek arasındaki etkileşim üzerine yapılan çalışmalar, anne babaların erkek ve kız çocuklarına yönelik davranışları arasında bir fark olmadığına inanmasına karşın, erkek ve kızlara yönelik davranışları arasında farklılıklar olduğunu göstermektedir. Kendilerinden bir bebeğin kişiliğini değerlendirmeleri istenen yetişkinler, çocuğun erkek mi yoksa kız mı olduğuna inanmalarına bağlı olarak, farklı yanıtlar vermektedirler. Klasik bir deneyde, beş genç anne, Beth adı verilen altı aylık bir bebekle etkileşim halindeyken gözlenmişlerdir. Bu anneler bebeğe çoklukla gülümsemişler ve oynaması için bebekler uzatmışlardır. Bebek anneler tarafından ‘tatlı’ ve ‘yumuşak bir ağlaması’ olan bir bebek diye değerlendirilmiştir, ikinci bir grup annenin aynı yaştaki, Adam adı verilen bir çocuğa gösterdiği tepkiler, gözle görülebilir derecede farklıydı. Bebeğe oynaması için bir tren ya da öteki ‘erkek oyuncakları’ uzatılma olasılığı daha fazlaydı. Beth ve Adam aslında, farklı elbiseler giydirilen aynı çocuktu (Will ve diğerleri 1976).

    Toplumsal Cinsiyetin Öğrenilmesi

    Bebeklerin toplumsal cinsiyetlerini öğrenmeleri, neredeyse kesinlikle bilinçsizdir. Çocuklar kendilerini doğru bir biçimde erkek ya da kız olarak adlandırmadan önce, bir dizi sözle ifade edilmeyen sinyaller alırlar, örneğin, erkek ve kadın yetişkinler bebekleri genellikle farklı biçimlerde tutarlar. Kadınların kullandıkları kozmetiklerin, bebeğin erkeklerle eşlediklerinden farklı kokuları vardır. Sistematik giyiniş, saç biçimi vd. farklılıkları bebeğe, öğrenme sürecinde görsel sinyaller sağlar. îki yaş civarındaki çocukların, toplumsal cinsiyetin ne olduğuna ilişkin tam olmayan bir anlayıştan olur. Kendilerinin erkek mi yoksa kız mı olduklarını bilirler; başkalarını da genellikle doğru bir biçimde sınıflandırabilirler. Bununla birlikte çocuklar, beş ya da altı yaşa gelene kadar, kişinin toplumsal cinsiyetinin değişmediğini, herkesin bir toplumsal cinsiyeti olduğunu ve kızlar ile erkekler arasındaki seks farklılıklarının anatomik temelli olduğunu bilmezler.

    Küçük çocukların gördüğü oyuncaklar, resimli kitaplar ve televizyon programlan hep erkek ve kadın özellikleri arasındaki farklılıktan vurgulama eğilimindedir. Oyuncakçı dükkanları ve mektupla sipariş katalogları ürünlerini genellikle toplumsal cinsiyete göre sınıflandırır. Hatta toplumsal cinsiyet bakımından yansız görünen kimi oyuncaklar bile pratikte böyle değildirler. Örneğin, oyuncak yavru kedi ve tavşanlar kızlara önerilirken, aslan ve kaplanların erkekler için daha uygun olduğu düşünülür.

    Vanda Lucia Zammuner, italya ve Hollanda’da, yedi ile on yaşlar arasındaki çocukların oyuncak tercihlerini incelemiştir (Zammuner 1987). Bu çalışmada, çocukların, basmakalıp erkek ve kadın oyuncaklarının yanı sıra sekse göre değişmediği varsayılan oyuncaklar da içlerinde olmak üzere, bir dizi oyuncağa gösterdikleri ilgi çözümlenmiştir. Hem çocuklara hem de anne babalarına, hangi oyuncakların erkek, hangilerinin de kız çocukları için uygun oldukları sorulmuştur.

    Yetişkinler ile çocuklar arasında bu konuda gözle görülür bir anlaşma sözkonusudur. Ortalama olarak, İtalyan çocuklar, Hollandalı çocuklara kıyasla sekse göre değişen oyuncaklarla daha fazla oynama eğilimindedirler italyan kültürü, Hollanda toplumuna kıyasla toplumsal cinsiyet farkları üzerine daha geleneksel bir bakışı benimsemeye eğilimi olduğundan, beklentileri doğrulayan bir bulgu, öteki çalışmalarda olduğu gibi, her iki toplumdaki kızlar, toplumsal cinsiyete göre değişmeyen oyuncaklar ya da erkek çocuklarının oyuncaklarıyla, erkek çocukların kız oyuncaklarıyla oynamak istediklerinden daha fazla oynamak istemektedirler.

    Öykü Kitapları ve Televizyon

    Yirmi beş yıl önce, Lenore VVeitzman ve meslektaşları, okul öncesi çocukları için en çok kullanılan kimi kitaplardaki toplumsal cinsiyet rollerinin çözümlemesini yapmışlar ve toplumsal cinsiyet rolleri arasında açık farklılıklar bulmuşlardır (VVeitzman ve diğerleri 1972). öykü ve resimlerde, kadınlara ll’e l gibi bir aranla ağır basan erkekler çok daha ağırlıklı bir yer tutmaktaydı. Toplumsal cinsiyet kimlikleri olan hayvanlar da dahil edildiğinde, bu oran 95’e l’idi. Dişilerle erkeklerin

    etkinlikleri de farklılaşmaktaydı Erkekler, serüven türü uğraşlar ile bağımsızlık ve iç gerektiren ev dışı etkinlikleri gerçekleştirmekteydiler. Kızlar sözkonusu olduğunda, edilgin ve çoğunlukla ev işleriyle uğraşıyor olarak sergilenmekteydiler. Kız, erkekler için yemek pişirip temizlik yapar ya da onların dönüşünü beklerlerdi. Aynı şey öykü kitaplarında bulunan yetişkin kadın ve erkekler içinde büyük ölçüde doğruydu. Eş ve anne olmayan kadınlar, cadılar ya da periler gibi düşsel yaratıklardı. Çözümlenen bütün kitaplarda, evi dışında bir mesleği olan hiçbir kadın yoktu. Buna karşın, erkekler, savaşçı, polis, yargıç, kral vd. idiler.

    Daha yakın zamanlarda yapılan araştırmalar, durumun biraz olsun değişmiş olduğunu düşündürse de, çocuk yazınının çoğunluğunun büyük ölçüde aynı olduğunu göstermektedir (Davies 1991). Örneğin masallar, cinsiyete ve kızlarla erkek çocuklarından sahip olmaları beklenen amaçlar ile hedeflere yönelik olarak, geleneksel bir tutum benimsemektedirler. “Prensim bir gün gelecek” bunun anlamı, birkaç yüzyıl öncesindeki peri masalları türlerindeki gibi, yoksul bir aileden gelen bir kızın talih ve servet düşleyebileceğidir. Bugün bunun anlamı, romantik aşkın idealleriyle daha bir bağlantılı hale gelmiştir. Kimi feministler, en ünlü masalları, bunlardaki genel vurgulan tersine çevirerek yeniden yazmaya çalışmışlardır:

    O adamın komik bir burnu olduğuna gerçekten dikkat etmemiştim.

    Ve şık elbiseler giyerken kesinlikle çok daha iyi görünüyordu.

    Geçen gece göründüğü kadar çekici de değil hiç.

    Bu durumda, ben de denediği cam ayakkabı ayağına çok dar geliyormuş gibi yapacağım sanırım (Viorst 1987).

    Ne ki, Külkedisi’nin bu biçimindeki gibi, böyle yeniden yazımlar büyük ölçüde yetişkin okuyuculara yönelmektedirler ve sayısız çocuk kitabında anlatılan öyküleri pek etkiledikleri söylenemez

    Kimi dikkate değer istisnalar olsa da, çocuklar için hazırlanan televizyon programları üzerine yapılan çözümlemeler de, çocuk kitaplarındaki bulgularla uyum içinde olan sonuçlar vermektedirler. En fazla izlenen çizgi filmler üzerine yapılan çalışmalar, başroldeki karakterlerin erkek olduklarını ve erkeklerin etken uğraşlarda ağır bastıklarını göstermektedir. Benzer görüntüler, programlar arasında verilen reklamlarda da vardır.

    Cinsiyet Ayrımcılığı Yapmayan Çocuk Yetiştirmenin Güçlüğü

    June Statham, cinsiyet ayrımcılığı yapmayarak çocuk yetiştirmeye istekli bir grup anne ve babayı incelemiştir. Araştırmada, altı aylıktan on iki yaşına kadar çocukları olan on sekiz aileden otuz yetişkin yer almıştır. Anne babalar, orta sınıftan gelmektedir ve çoğu, öğretmen ya da öğretim üyesi olarak akademik çalışma içindedirler. Statham, anne babaların çoğunluğunun yalnızca kızların erkek oğlanlara benzemesine çalışma yoluyla geleneksel seks rollerini değiştirmeye kalkmadıklarını, ancak dişilik ile erkeklik arasında yeni birleşimleri güçlendirmeye çalıştıklarını bulmuştur. Bu anne babalar, erkek çocukların başkalarının duygularına karşı daha duyarlı olmalarım ve samimiyetlerini dile getirebilmelerini istemişler; buna karşılık kızlar da öğrenme ve kendilerini geliştirme fırsatları aramaya yöneltilmişlerdir. Bütün anne babalar, varolan cinsiyet kalıplarıyla savaşmanın zor olduğunu görmüşlerdir. Onlar, çocukları toplumsal cinsiyete göre sınıflanmayan oyuncaklarla oynamaya ikna etmekte oldukça başarılı olmuşlarsa da, bu bile pek çoğunun beklediğinden daha zor olmuştur. Bir anne, araştırmacıya şu yorumda bulunmuştur:

    Bir oyuncakçıya girerseniz, erkekler için savaş oyuncakları, kızlar için de evcilik oyuncaklarıyla dolu olduğunu görürsünüz; bu da toplumun durumunu özetlemektedir. Bu, çocukların toplumsallaşma biçimidir: Erkek çocuklara öldürmeyi ve incitmeyi öğretmenin bir sakıncası yoktur; bence bu korkunç, beni hasta ediyor. Oyuncakçılara gitmemeye çalışıyorum; öylesine kızgınım.

    Pratik olarak, çocukların tümü gerçekte, kendilerine yakınlarının verdikleri toplumsal cinsiyete göre sınıflanan oyuncaklara sahiptir ve bunlarla oynamaktadırlar.

    Şimdi artık, esas karakterlerinin güçlü, bağımsız kızlar olduğu kimi öykü kitapları bulunabilir, ne ki bunların pek azı erkek çocuklarını geleneksel olmayan rollerde gösterirler. Beş yaşındaki bir çocuğun annesi, çocuğuna okuduğu kitaptaki karakterlerin cinsiyetlerini değiştirerek okuduğunda çocuğunun buna gösterdiği tepki hakkında şöyle demektedir:

    Aslında, oldukça geleneksel rollerdeki bir erkek ve bir kız çocuğunun bulunduğu kitaptaki bütün kızları erkek, bütün erkekleri de kız yaparak okuduğumda biraz huzursuz oldu. Bunu ilk kez yaparken, “sen erkekleri sevmiyorsun, yalnızca kızları seviyorsun” deme eğilimindeydi. Bunun hiç de doğru olmadığını, yalnızca kızlar hakkında yazılmış yeterince kitabın olmadığını ona açıklamam gerekti (Statham 1986).

    Toplumsal cinsiyet toplumsallaşmasının çok güçlü olduğu ve buna meydan okumanın huzursuzluğa yol açabileceği ortadadır. Bir kez toplumsal cinsiyet ‘yüklenildiğinde’, toplum bireylerden ‘kadınlar’ ve ‘erkekler’ olarak davranmalarını beklemektedir. Bu beklentilerin yerine geldiği ve yeniden üretildiği yer, gündelik yaşamın pratikleri içindedir (Lorber 1994; Bourdieu 1990).

    Toplumsal Cinsiyeti Oluşturma

    J an Morris gibi transseksüeller, öteki cinsiyetin bir üyesi olarak yaşamak isteyen ve bunun için ameliyat geçiren insanlardır. Bunlar aynı zamanda, beden biçimleri ile saçlarının dağılımlarını değiştirmek ve sakal ya da meme gibi ikincil cinsel özellikleri ortaya çıkarmak için yapılan hormon tedavisi de görürler. Cinsiyetin böyle ‘yeniden yüklenmesi’ tam bir cinsiyet değiştirmesi değildir; bu kişilerin kromozomları ve rahim gibi kimi iç organları değişmeden kalır. Adı şimdi artık Mark Rees olan bir transseksüelin gözlemi şudur: “Yanlış bedende yaşıyor olduğuna inanmak, hiç de psikiyatrik tedavi gerektiren bir şey değildir. Beden ile zihin arasındaki sürekli ve acı veren çatışmanın tek seçeneği, usandırıcı, duygusal bakımdan insanı tüketen, çokluk utanç verici ve her zaman acılı olan cinsiyeti yeniden yüklenmedir. Ancak bunun ödülü, kişinin gerçek benliğine dönme özgürlüğüdür.” Ne yazık ki, bu özgürlük, en hafifini söylemek gerekirse, mantıksız olan bir sistem tarafından kuşatılmaktadır ve bu konuda İngiltere, birçok ülkenin, bu arada Kanada, İtalya, Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, Polonya, İsviçre, Türkiye ve Endonezya ile A.B.D.’deki 48 eyaletin de gerisindedir.

    Rees, şuna değinmektedir: “Hükümet, pasaporttan üniversite diplomasına, ehliyete ve kütüphane kartına kadar başka belgelerin değiştirilmesine olanak tanımaktadır. Transseksüelliği tıbbi bir durum olarak tanımakta, hatta ruhsal tedavi, hormon tedavisi ve ameliyat parasını da ödemektedir; yine de, bütün bunlardan sonra, insan haklarının tamamının yasal olarak tanınmasında esas olan bir belgenin değiştirilmesini kabul etmemektedir” yani, doğum belgesinin.
    Kaynak: Gıınrdian, 1996 (yalnızca metin)

    Bizim toplumsal cinsiyet kimliğimiz hakkındaki anlayışlarımız, bunlara bağlantılı olan cinsel tutum ve eğilimlerimizle birlikte, öylesine erken bir yaşta oluşmaktadır ki, bizler yetişkinler olarak bunları çoğunlukla elde bir diye görürüz. Yine de toplumsal cinsiyet, bir kız ya da erkek olarak davranmayı öğrenmekten daha fazla bir şeydir. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, her gün yaşadığımız bir şeydir.

    Başka deyişle, toplumsal cinsiyet sadece varolan bir şey değildir; hepimiz, kimi sosyologların söyledikleri gibi, başkalarıyla olan toplumsal etkileşimlerimizde ‘toplumsal cinsiyeti oluşturmaktayız’ (Zimmerman 1987). Örneğin Jan Morris, kendisinden bir lokantada erkek olarak değil de, kadın olarak ne kadar farklı davranma­sının beklendiğini keşfettiğinde, toplumsal cinsiyeti nasıl oluşturacağını öğrenmek orunda kalmıştı. Kendisinin de söylediği gibi, toplumsal cinsiyetlenmemiş nitelikti ‘varoluşun hiçbir yönü’ yoktur. Yine de, bunun böyle olduğunu cinsiyet değişene kadar fark etmemişti. Toplumsal cinsiyeti oluşturmamızın ince biçimleri yalızın öylesine büyük bir parçasıdır ki, yitirilene ya da kökten bir biçimde değiştirilene kadar onları fark etmeyiz bile.

    Toplumsal cinsiyetin sürekli olarak öğrenildiği ve yeniden öğrenildiği olgusu, toplumsal yeniden üretim kavramının önemini göstermektedir (bakınız 1. Bölüm). Bizler bir gün boyunca, binlerce önemsiz eylemde cinsiyeti toplumsal olarak yeniden üretiriz oluşturur ve yeniden oluştururuz. Bu aynı süreç toplumsal cinsiyeti, başkalarıyla olan etkileşimlerimizde yaratılan ve yeniden yaratılan bir toplumsal kurum olarak anlamamıza yardıma olur. Daha sonraki bölümlerde göreceğimiz gibi, toplumsal cinsiyet farklılıkları, aile, din, iş ve sınıf gibi öteki toplumsal kurumların önemli bir parçasıdır.

    Toplumsal Cinsiyet Kimliği ve Cinsellik: İki Kuram

    Freud’un Toplumsal Cinsiyet Gelişim Kuramı

    Toplumsal cinsiyet kimliğinin ortaya çıkışı konusundaki belki de en etkili ve çok tartışılan kuram, Sigmund Freud”un kuramıdır. Freud”a göre, bebek ve küçük çocuklardaki toplumsal cinsiyet farklılıklarını öğrenmenin merkezinde, penisin varlığı ya da yokluğu yer almaktadır. “Benim bir penisim var” deyişi, “Ben bir erkeğim” deyişine özdeş iken “Ben bir kızım” deyişi ise “Benim bir penisim yok” deyişine özdeştir. Freud, buradaki sorunun yalnızca anatomik ayrılıklar olmadığını söylemeye özen gösterir; penisin varlığı ya da yokluğu, erkeklik ya da kadınlık için bir simgedir. ; Bu kurama göre, yaklaşık dört ya da beş yaşlarındaki bir erkek çocuğu babasının kendisinden beklediği disiplin ve özerklik yüzünden, onun kendi penisini kesmek istediğini düşleyerek kendisini tehdit altında hisseder. Çocuk kısmen bilinçli olsa da, çoğunlukla bilinçsiz bir biçimde babasını, annesine duyduğu bağlanmaya karşı bir rakip olarak görür. Annesine duyduğu erotik duygulan bastıran ve babasını üstün bir varlık olarak gören çocuk, kendisini babasıyla özdeşleştirir ve kendi erkek kimliği­nin farkına varır. Çocuk annesine duyduğu aşkı, bilinçsiz nitelikteki babasının kendisini hadım edeceği korkusuyla bırakır, öte yandan kızların, ‘penis kıskançlığı’ duydukları varsayılır çünkü, erkek çocuklarını ayırt eden görünür bir organa sahip değildirler. Annesi, kız çocuğunun gözündeki önemini yitirir çünkü, onun da penisi yoktur ve bir tane bulamıyor görünmektedir. Kız kendisini annesiyle özdeşleştirdiğinde, ‘ikinci en iyi’nin farkedilmesinde içerilen boyun eğme tutumunu devralır.

    Bir kez bu aşama bittiğinde, çocuk erotik duygularını bastırmayı öğrenmiş olur. Freud’a göre, yaklaşık beş yaşından ergenlik çağına kadar olan dönem bir örtüklük dönemidir cinsel etkinlikler, ergenlikte ortaya çıkan biyolojik değişmeler erotik istekleri doğrudan bir biçimde yemden etken hale getirene kadar askıya alınır. Okulun başlangıcıyla ortalarını kapsayan bu örtüklük dönemi, aynı cinsiyetten oluşan yakın arkadaş gruplarının, çocuğun yaşamındaki öneminin en fazla olduğu bir dönemdir.

    Freud’un görüşlerine, pek çok başka yazarın yanında özellikle feministler tarafından önemli eleştiriler yöneltilmiştir (Mitcheü 1973; Cuward 1984). İlk olarak, Freud, toplumsal cinsiyet kimliğini, cinsel organların farkedilmesiyle gereğinden fazla eşleştiriyor gibidir; burada kesinlikle başka, daha incelikli etkenler de sözkonusudur. ikinci olarak, kuram, penisin, yalnızca erkeklik organının yokluğu diye düşünülen vajinadan daha üstün olduğu anlayışına bağımlı gibidir. Neden kadın cinsel organları erkeğinkilerden daha üstün olmasın ki? Üçüncüsü, Freud babayı, birincil disiplin edici eyleyen olarak görmektedir; ne ki, pek çok kültürde, anne disiplinin uygulanmasında daha önemli bir rol oynar. Dördüncüsü, Freud, toplumsal cinsiyetin öğrenilmesinin, dört ya da beş yaş civarında yoğunlaştığına inanmaktadır. Daha sonraki yazarların çoğunluğu, bebeklikte başlayan, daha önceki öğrenmenin önemini vurgulamışlardır.

    Chodorovv’un Toplumsal Cinsiyet Gelişimi Kuramı

    Toplumsal cinsiyetin gelişimini inceleyen pek çok yazar Freud’un yaklaşımını kullanmışsa da, bu yaklaşımı kimi önemli bakımlardan değiştirmişlerdir. Buna bir örnek, sosyolog Nancy Chodorovv’dur (1978, 1988). Chodorovv, kendisini erkek ya da kadın olarak görmeyi öğrenmenin, bebeğin erken bir yaşta anne babasına bağlanmasıyla ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Chodorovv, babanın yerine annenin önemini, Freud’un yaptığından çok daha fazla vurgulamaktadır. Bir çocuk, yaşamının ilk dönemlerinde, annenin kendi üzerindeki etkisinin kolayca en baskın etki olması nedeniyle, anneye duygusal olarak bağlanma eğilimi taşımaktadır. Bu bağlanma, ayrı bir benlik duygusuna erişmek için bir noktada kopar çocuk, daha az sıkı bir bağımlılık içine girmelidir.

    Chodorovv, bu kopuş sürecinin, erkek ve kız çocuklarında ayrı ayrı yollardan gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Kızlar, annelerine yakın olmayı sürdürürler örneğin, anneyi kucaklama, öpme ve onun yaptıklarına öykünme olanağına sahip olarak. Anneden kesin bir kopuş olmaması yüzünden, kız çocuk, sonra da yetişkin kadın, başka insanlarla daha bağlantılı bir benlik duygusu geliştirir. Kadının kimliğinin, bir başkasının kimliğiyle kaynaşmış ya da onunkine bağımlı olma olasılığı daha fazladır: îlk olarak annesininkine, daha sonra da bir erkeğinkine. Chodorovv’a göre bu, kadınlardaki duyarlılık ve duygusal sevecenlik özelliklerini ortaya çıkartır.

    Erkek çocuklar bir benlik duygusunu, kendilerinin başlangıçtaki anneye yakınlıklarını kökten bir biçimde, kendi erkeklik anlayışlarını kadınsı olmayandan türeterek yadsıma yoluyla elde ederler. Onlar, ‘kız kardeş gibi’ ya da ‘anasının kuzusu’ olmamayı öğrenirler. Bir sonuç olarak, erkek çocukları, başkalarıyla yakın ilişki kurabilmekte görece daha beceriksizdirler; dünyaya bakmanın daha çözümsel yollarını geliştirirler. Kendi yaşamlarına ilişkin olarak, başarı üzerinde duran, daha etken bir bakışı benimserler; ne ki, kendilerinin ve başkalarının duygularını anlaya­bilme yeteneklerini bastırmışlardır.

    Chodorovv, Freud’un vurgusunu, bir dereceye kadar tersine çevirmektedir. Kadınlık yerine erkeklik bir kayıpla, anneye olan sıkı bağlılığın yitirilmesiyle tanımlanmaktadır. Erkek kimliği, ayrılma yoluyla biçimlenmektedir; bu yüzden, erkekler yaşamlarının daha sonraki dönemlerinde, başkalarıyla yakın duygusal bağlar içine girdiklerinde, bilinçsiz olarak kendi kimliklerinin tehlikeye düştüğünü duyumsarlar. Kadınlar, öte yandan, bir başka kişiyle olan yakın ilişkinin yokluğunun kendilerine olan güvenlerini tehdit ettiğini duyumsarlar. Bu kalıplar, çocukların erken yaşlardaki toplumsallaşmasında, kadınların oynadığı birincil rol nedeniyle bir kuşaktan ötekine aktarılırlar. Kadınlar kendilerini esas olarak ilişkiler bakımından tanımlar ve dile getirirler. Erkekler bu gereksinimleri bastırırlar ve dünyaya karşı daha güdümleyici bir tutumu benimserler.

    Chodorow’un çalışmaları, çeşitli eleştirlerle karşılaşmıştır. Janet Sayers, örneğin, Chodorovv’un kadınların, özellikle günümüzdeki, özerk, bağımsız varlıklar olma savaşımlarını açıklamadığını ileri sümüştür (Sayers 1986). Sayers, kadınların (ve erkeklerin) ruhsal yapılarının Chodorovv’un kuramının ileri sürdüğünden daha çelişkili olduğunu belirtmektedir. Kadınsılık, yalnızca belirli bağlamlarda açığa çıkan saldırganlık ve iddialı olma duygularını gizleyebilir (Brennan 1988). Chodorow ayrıca, beyaz, orta sınıf aile modeline dayanan dar aile anlayışı yüzünden de eleştirilmiştir. Örneğin, anne ya da babadan yalnızca birisinin bulunduğu evlerde ya da çocukların birden fazla yetişkin tarafından büyütüldüğü ailelerde ne olacaktır?

    Bu eleştiriler, Chodorovv’un önemli olmayı sürdüren düşüncelerini çökertmemektedir. Bu düşünceler, kadınlığın nitelikleri hakkında bize çok şey öğretmektedir ve erkek dile getirememezliği denen şeyi erkeklerin duygularını başkalarına göstermekte çektikleri güçlüğü anlamamıza yardımcı olmaktadır.

    İnsan Cinselliği

    Toplumsal cinsiyet farklılıkları üzerine yapılan çalışmalarda olduği gibi, insanın cinsel davranışı hakkındaki, bunun karşıtı olarak toplumsal ve kültürel etkilerin önemine karşı biyolojinin önemi üzerinde de araştırmacılar anlaşmazlık içindedirler. Toplumsal cinsiyet farklılığı ve cinsellik üzerine yapılan araştırmalardaki önemli bir ortak nokta, her iki alanın da insanları anlayabilmek için hayvanlara bakmasıdır. Öncelikle, biyolojik savların kimilerine ve savların doğurduğu eleştirilere bakacağız. Bunun ardından, cinsel davranış üzerindeki toplumsal etkileri inceleyeceğiz; bu da bizi insan cinselliğindeki çok büyük değişmeleri tartışmaya götürecektir.

    Biyoloji ve Cinsel Davranış

    Cinselliğin biyolojik bir temeli olduğu ortadadır çünkü, kadın anatomisi, erkek anatomisinden farklıdır; orgazm deneyimi de farklılık gösterir. Ayrıca, çoğalmak için biyolojik bir zorunluluk vardır; başka türlü, insan türünün soyu tükenirdi. Kimi biyologlar, erkeklerin neden kadınlara kıyasla uçkurlarına daha düşkün olduklarının evrimsel bir açıklaması olduğunu ileri sürmektedirler (2. Bölüm’e bakınız). Bunun için öne sürülen sav, erkeklerin biyolojik olarak, tohumlarının hayatta kalma şansını en yükseğe çıkarmak için, olabildiğince çok kadını gebe bırakmaya eğilimli olduklarıdır. Belirli bir anda döllenebilecek yalnızca bir tek yumurtaları bulunan kadınların, böyle biyolojik çıkarları yoktur. Bunun yerine, çocuklarını korumak için kullanılacak biyolojik kalıtın korunabilmesi için istikrarlı eşler isterler.

    Bu sav, hayvanların cinsel davranışları üzerine yapılan, erkeklerin olağan olarak aynı türün dişilerine kıyasla uçkurlarına daha düşkün olduklarını gösterme savındaki çalışmalar tarafından da desteklenmektedir.

    Ne ki, daha yenilerdeki çalışmalar, hayvan krallığındaki dişi sadakatsizliğinin gerçekte oldukça yaygın olduğunu ve pek çok hayvanın cinsel etkinliklerinin, düşünüldüğünden daha karmaşık olduğunu göstermiştir. Bir zamanlar, dişilerin yavruları için daha üstün bir genetik kalıt potansiyeli en fazla olan erkeklere eş oldu­ğuna inanılırdı. Ancak, dişi kuşlar üzerine yapılan, dişi kuşların fazladan bir eşi, genleri için değil ancak yavruları için daha iyi bir baba olduğu ve onları yetiştirmek için daha iyi bir yuva sağladığı için seçtiklerini ileri süren yeni bir çalışma bu sava karşı çıkmaktadır. Bu çalışmanın vardığı sonuç şudur: “Çiftleşmede, spermin aktarılmasından çok daha fazlası sözkonusudur. Bu dişiler, geleceklerini düşünüyor olabilirler” (Angier 1994’ten aktarma).

    Bu tür araştırmaların sonuçları, özellikle insan cinsel davranışı bakımından deneme niteliğindedir. Göreceğimiz gibi, cinsellik bütünüyle biyolojik özelliklere yüklenemeyecek kadar karmaşıktır.

    Cinsel Davranış Üzerindeki Toplumsal Etkiler

    İnsanların çoğunluğu, bütün toplumlarda, heteroseksüeldir duygusal bağlanma ve cinsel zevk için öteki cinse yanaşılar. Heteroseksüellik, her toplumda evlilik ve ailenin temelidir.

    Yine de, azınlıkta kalan pek çok cinsel tercih ve eğilim de vardır. Judith Lorber, insanlar arasındaki on gibi yüksek bir sayıdaki cinsel kimliği ayırt etmektedir: heteroseksüel kadın, heteroseksüel erkek, eşcinsel kadın, eşcinsel erkek, kadın, biseksüel erkek, transvesti kadın (düzenli olarak erkek gibi giyinen bir kadın), transvesti erkek (düzenli olarak kadın gibi giyinen bir erkek), transseksüel kadın (Jan Morris gibi, kadın olan bir erkek) ve transseksüel erkek (erkek olan bir kadın). Cinsel pratiklerin kendileri daha da çeşitlidir. Freud insanlara, ‘çokbiçimli sapıklar’ demekteydi. Bununla, insanların çok çeşitli cinsel zevkleri olduğunu ve bu zevkleri, belirli bir toplumda, kimilerinin ahlakdışı ya da yasadışı diye görülmelerine karşın, izlediklerini kast etmekteydi. Freud araştırmalarına ilk olarak, pek çok insanın cinsel bakımdan iffet düşkünü olduğu on dokuzuncu yüzyıl sonlarında başlamıştı; yine de, buna karşın, hastalarının cinsel uğraşları inanılmaz derecede çeşitlilik sergilemekteydi. Olası cinsel pratikler arasında şunlar vardır: Bir erkek ya da kadın, kadınlar, erkekler ya da her ikisiyle birden cinsel ilişkiye girebilir. Bu, aynı anda tek kişiyle ya da üç ya da daha fazla kişiyle olabilir. Kişi kendisiyle cinsel ilişki kurabilir (elle doyum) ya da hiç kimseyle kurmayabilir (bakirlik). Kişi transseksüellerle ya da erotik olarak karşı cinsin giysilerini giyen kişilerle ilişki kurabilir; pornografi ya da cinsel oyuncakları kullanabilir; sadomazoşist (bağlanmakla acı çekmenin erotik kullanımı) olabilir; hayvanlarla cinsel ilişki kurabilir, vs. (Lorber 1994). Bütün toplumlarda, kimi pratikleri onaylarken ötekilerine engel olan ya da kınayan cinsel normlar vardır. Ne ki, böyle normlar, farklı kültürler arasında oldukça değişkenlik gösterir. Eşcinsellik buna bir örnektir. Daha sonra tartışılacağı gibi, kimi kültürler eşcinselliği ya hoşgörmüşler ya da kimi bağlamlarda etken bir biçimde özendirmişlerdir, örneğin, antik Yunanda, erkeklerin oğlanlara duyduğu sevgi, cinsel sevginin en yüce biçimi olarak idealleştirilmiştir.

    Kabul edilmiş cinsel davranış türleri de, cinsel tepkilerinin çoğunluğunun doğuştan gelmek yerine öğrenilmiş olduğunu bilmemizin bir yolu olacak biçimde, kültürden kültüre değişmektedir. Bu konudaki en kapsamlı çalışma, kırk yıl önce, iki yüzden fazla toplumdan elde edilmiş antropolojik kanıtları derleyen Clellan Ford ile Frank Beach (1951) tarafından yapılmıştır. Neyin ‘doğal’ cinsel davranış diye görüleceğine ve cinsel çekicilik normlarına ilişkin olarak çarpıcı farklılıklar gözlen­miştir, örneğin, kimi kültürlerde, cinsel birleşme öncesindeki, belki de saatler süren ön oyunlar, istenir ve hatta gerekli görülmektedir; başka kültürlerde ise ön oyunlar hemen hemen hiç yoktur. Kimi toplumlarda, çok sık cinsel birleşmenin fiziksel zayıflığa ya da hastalığa yol açacağına inanılmaktadır. Güney Pasifikteki Senianglar arasında, sevişmenin uzatılmasının istenirliği hakkındaki öğütler, köyün yaşlıları tarafından verilmektedir bu yaşlılar ayrıca, ak saçlı bir kişinin her gece çiftleşmesinin meşru olduğuna da inanmaktadırlar!

    Kültürlerin çoğunluğunda, cinsel çekicilik normları (hem kadınlar hem de erkekler tarafından benimsenen), Batıda kadınların ev dışındaki alanlarda giderek artan biçimde etkin hale gelmeleriyle yavaş yavaş değişiyor görünen bir durum olsa da, erkeklere kıyasla kadınların fiziksel görünüşleri üzerinde daha çok odaklan­maktadır. Bununla birlikte, kadın güzelliğindeki en önemli özellikler diye görülen özellikler büyük farklılıklar göstermektedir. Çağcıl Batıda, zayıf, ince bir beden hayranlık uyandırır; buna karşılık başka kültürlerde, çok daha geniş bir biçim çekici diye görülür (6. Bölüme bakınız). Kimi zaman memeler bir cinsel uyarı kaynağı diye görülmezken, kimi toplumlarda bunlara büyük bir erotik önem yüklenir. Kimi toplumlar yüzün biçimine büyük önem verirken ötekiler gözlerin biçim ve rengi ya da burun ve dudakların büyüklük ve biçimlerine büyük önem vermektedir.

    Batı Kültüründe Cinsellik

    Batının cinsel davranışa yönelik tutumu, neredeyse iki bin yıldan bu yana, öncelikle Hıristiyanlık tarafından biçimlendirilmiştir. Farklı Hıristiyan mezhep ya da topluluklar, cinselliğin yaşamdaki yeri hakkında değişen görüşleri benimsemiş olsalar da, Hıristiyan kilisesinin baskın görüşü, üreme dışında bütün cinsel davranışlara kuşkuyla yaklaşmak olmuştur. Kimi dönemlerde, bu görüş toplumun genelindeki aşırı bir iffet düşkünlüğüne yol açmıştır. Ne ki başka zamanlarda, pek çok insan yaygın bir biçimde, dinsel yetkeler tarafından yasaklanmış pratikleri (zina gibi) benimseyerek kilisenin öğretilerini yok saymış ya da bunlara tepki göstermiştir. 1. Bölüm’de değinildiği gibi, cinsel doyuma evlilik yoluyla ulaşılabileceği ve ulaşılması gerektiği düşüncesi enderdi.

    On dokuzuncu yüzyılda, cinsellik hakkındaki dinsel yargılar yerini kısmen tıbbi yargılara bırakmıştı. Bununla birlikte, doktorlar tarafından yazılan ilk yazıla oldukça değişkenlik gösterir. Eşcinsellik buna bir örnektir. Daha sonra tartışılacağı gibi, kimi kültürler eşcinselliği ya hoşgörmüşler ya da kimi bağlamlarda etken bir biçimde özendirmişlerdir. Örneğin, antik Yunanda, erkeklerin oğlanlara duyduğu sevgi, cinsel sevginin en yüce biçimi olarak idealleştirilmiştir.

    Kabul edilmiş cinsel davranış türleri de, cinsel tepkilerinin çoğunluğunun doğuştan gelmek yerine öğrenilmiş olduğunu bilmemizin bir yolu olacak biçimde, kültürden kültüre değişmektedir. Bu konudaki en kapsamlı çalışma, kırk yıl önce, iki yüzden fazla toplumdan elde edilmiş antropolojik kanıtları derleyen Clellan Ford ile Frank Beach (1951) tarafından yapılmıştır. Neyin ‘doğal’ cinsel davranış diye görüleceğine ve cinsel çekicilik normlarına ilişkin olarak çarpıcı farklılıklar gözlenmiştir. Örneğin, kimi kültürlerde, cinsel birleşme öncesindeki, belki de saatler süren ön oyunlar, istenir ve hatta gerekli görülmektedir; başka kültürlerde ise ön oyunlar hemen hemen hiç yoktur. Kimi toplumlarda, çok sık cinsel birleşmenin fiziksel zayıflığa ya da hastalığa yol açacağına inanılmaktadır. Güney Pasifikteki Senianglar arasında, sevişmenin uzatılmasının istenirliği hakkındaki öğütler, köyün yaşlıları tarafından verilmektedir bu yaşlılar ayrıca, ak saçlı bir kişinin her gece çiftleşmesinin meşru olduğuna da inanmaktadırlar!

    Kültürlerin çoğunluğunda, cinsel çekicilik normları (hem kadınlar hem de erkekler tarafından benimsenen), Batıda kadınların ev dışındaki alanlarda giderek artan biçimde etkin hale gelmeleriyle yavaş yavaş değişiyor görünen bir durum olsa da, erkeklere kıyasla kadınların fiziksel görünüşleri üzerinde daha çok odaklan­maktadır. Bununla birlikte, kadın güzelliğindeki en önemli özellikler diye görülen özellikler büyük farklılıklar göstermektedir. Çağcıl Batıda, zayıf, ince bir beden hayranlık uyandırır; buna karşılık başka kültürlerde, çok daha geniş bir biçim çekici diye görülür (6. Bölüme bakınız). Kimi zaman memeler bir cinsel uyan kaynağı diye görülmezken, kimi toplumlarda bunlara büyük bir erotik önem yüklenir. Kimi toplumlar yüzün biçimine büyük önem verirken ötekiler gözlerin biçim ve rengi ya da burun ve dudakların büyüklük ve biçimlerine büyük önem vermektedir.

    Batı Kültüründe Cinsellik

    Batının cinsel davranışa yönelik tutumu, neredeyse iki bin yıldan bu yana, öncelikle Hıristiyanlık tarafından biçimlendirilmiştir. Farklı Hıristiyan mezhep ya dal topluluklar, cinselliğin yaşamdaki yeri hakkında değişen görüşleri benimsemiş olsalar da, Hıristiyan kilisesinin baskın görüşü, üreme dışında bütün cinsel davranışlara kuşkuyla yaklaşmak olmuştur. Kimi dönemlerde, bu görüş toplumun genelini deki aşın bir iffet düşkünlüğüne yol açmıştır. Ne ki başka zamanlarda, pek çok inl san yaygın bir biçimde, dinsel yetkeler tarafından yasaklanmış pratikleri (zina gibi)! benimseyerek kilisenin öğretilerini yok saymış ya da bunlara tepki göstermiştir, ilk Bölüm’de değinildiği gibi, cinsel doyuma evlilik yoluyla ulaşılabileceği ve ulaşılması gerektiği düşüncesi enderdi.
    ~

    On dokuzuncu yüzyılda, cinsellik hakkındaki dinsel yargılar yerini kısma tıbbi yargılara bırakmıştı. Bununla birlikte, doktorlar tarafından yazılan ilk yazıların çoğunluğu, kilisenin görüşleri kadar katıydı. Kimileri, cinsel etkinliğin üremeyle bağlantısı olmayan her türünün ciddi fiziksel zararları olduğunu ileri sürmekteydiler. Elle doyumun, körlük, delilik, kalp hastalığı ve diğer rahatsızlıklara yol açacağı ileri sürülürken, oral seksin kansere neden olacağı savlanmıştı. Viktorya çağın­da, cinsel ikiyüzlülük yaygındı. Erdemli kadınların, kocalarının yaklaşmalarını yal­nızca bir görev olarak kabul eder biçimde cinselliğe kayıtsız olduklarına inanılmaktaydı. Yine de gelişen, kasaba ve kentlerde fahişelik yaygındı ve çokluk hoşgörülmekteydi; ‘hafifmeşrep’ kadınların, saygıdeğer kızkardeşlerinden bütünüyle farklı bir kategoride yer aldıkları düşünülmekteydi.

    Dışarıdan bakıldığında, kendilerini eşlerine adamış, namuslu, iyi vatandaşlar olarak görünen pek çok Viktorya çağı erkeği, düzenli olarak fahişelere gitmekteydi ya da kendilerine metres tutmaktaydılar. Böyle davranışlara hoşgörüyle bakılırken, kendilerine sevgili bulan kadınların davranışı skandal olarak görülmekteydi ve bu kadınlar, eğer yaptıkları açığa çıkarsa, kibar muhitlerden dışlanmaktaydılar. Erkeklerle kadınların cinsel etkinliklerine yönelik farklı tutumlar, varlığını uzun zaman sürdüren ve kalıntıları hâlâ yaşayan bir cifte standart oluşturmaktaydı.

    Yatan zamanlarda, cinselliğe yönelik geleneksel tutumlar, özellikle 1960’larda güçlenen, çok daha özgürlükçü görüşlerle yanyana varolmaktadır. Kimi insanlar, özellikle Hıristiyan öğretilerden etkilenmiş olanlar, evlilik öncesi cinsel ilişkinin yanlış olduğuna inanmaktadırlar ve evlilik sınırları içerisindeki heteroseksüel davranış dışındaki bütün cinsel davranış biçimlerinin cinsel zevkin istenir olan ve önemli bir yön olduğu artık çok daha yaygın biçimde kabul edilse de karşısındadırlar. Ötekiler, buna karşın, evlilik öncesi cinsel ilişkiye göz yummakta ya da etkin biçimde onaylamakta; farklı cinsel pratiklere de hoşgörüyle yaklaşmaktadırlar. Batı ülkelerinin çoğundaki cinsel tutumlar, geçmiş otuz yıl boyunca hiç kuşkusuz daha hoşgörülü hale gelmiştir. Film ve oyunlarda daha önce hiçbir biçimde kabul edilemez görülen sahneler yer almakta ve pornografik malzemeler, isteyen yetişkinlerin çoğunluğu tarafından kolayca elde edilebilmektedir.

    Cinsel davranış: Kinsey’in çalışmaları

    Kamunun cinselliğe ilişkin değerleri hakkında, mahrem pratikler hakkında olduğundan daha güvenle konuşabiliriz, çünkü bu mahrem pratiklerin pek çoğu yapıları gereği belgelenememektedir. Alfred Kinsey, A.B.D.’de 1940’lar ile 50’lerde araştırmalarına başladığında, gerçek cinsel davranışın önemli bir incelemesi ilk kez yapılmaktaydı. Kinsey ve arkadaşları, dinsel örgütlerden tepkiler almışlar, çalışmaları gazetelerde ve Kongrede ahlakdışı diye kınanmıştı. Ne ki Kinsey direndi ve so­nunda, beyaz Amerikan nüfusu anlamlı derecede temsil eden bir örnekleme olan on sekiz bin insanın cinsel yaşam tarihlerini elde etti (Kinsey ve arkadaşları, 1948, 1953).

    Kinsey’in vardığı sonuçlar, çoğunluk için şaşırtıcı, pek çok kişi için de şok edici nitelikteydiler çünkü, bu sonuçlar kamunun sözkonusu dönemdeki cinsel davranışa ilişkin beklentileriyle, gerçek cinsel davranış arasında büyük bir farklılık olduğunu göstermekteydiler. Kinsey, erkeklerin neredeyse % 70’inin fahişelere gittiğini ve % 84’ünün evlilik öncesi cinsel ilişki kurduğunu bulmuştu. Yine de erkeklerin % 40’ı, çifte standart izler biçimde, eşlerinin evlenirken bakire olmalarını beklemekteydi. Erkeklerin % 90’dan fazlası, elle doyum yapmaktaydı ve yaklaşık % 60’ı da oral seksin bir biçimini uygulamışlardı. Kadınlara gelince, bunların % 50 kadarı evlilik öncesi, çoğunlukla gelecekteki kocalarıyla olmak üzere, cinsel deneyim yaşamışlardı. Kadınların % 60’lık bölümü elle doyum gerçekleştirmekteydiler ve aynı yüzdeyle oraljenital ilişki içine girmiş idiler.

    Kinsey’in bulgularının gösterdiği, kamunun kabul ettiği tutumlar ile gerçek davranış arasındaki fark olasılıkla, sözü edilen dönem içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, özellikte büyüktü. Bir cinsel özgürleşme aşaması oldukça erken bir dönemde, 1920’lerde, pek çok genç insanın daha önceki kuşakların yaşamını yöneten katı ahlaki yasalardan kurtulmuş olduklarını duyumsadıkları bir dö­nemde başlamıştı. Cinsel davranış olasılıkla çok değişmişti, ancak cinselliğe ilişkin sorunlar, bugünlerde olduğu gibi açık açık tartışılamıyordu. Kamu düzeyinde hâlâ güçlü bir biçimde onaylanmayan cinsel etkinliklere katılan insanlar, bu etkinliklerini gizliyorlardı ve başkalarının hangi derecede benzer pratikleri uyguladıklarını bilmiyorlardı. 1960’larm daha hoşgörülü ortamı, açıkça ilan edilen tutumların, gerçek davranışlarla daha bir uyumlu hale gelmesine yol açmıştır.

    Kinsey’den Sonra Cinsel Davranış

    1960’larda, karşı kültür niteliğindeki ‘hippi’ yaşam biçimleriyle elele gidenler gibi, varolan düzene meydan okuyan toplumsal hareketler de varolan cinsel normları kırmıştı. Bu hareketler, cinsel özgürlüğü kutsanmışlardır; kadınlar için doğum kontrol haplarının bulunması da, cinsel zevkin üremeden açıkça ayrılmasına olanak sağlamıştır. Kadın grupları aynı zamanda, erkek cinsel değerlerinden daha fazla kurtulmak, çifte standardın yadsınması ve kadınların ilişkilerinde daha fazla cinsel doyuma ulaşma gereksinimlerinin tanınması için bastırmaya başlamışlardır.

    Yakın zamanlara kadar, cinsel davranışın Kinsey’in zamanından bu yana nasıl değiştiğini doğrulukla bilmek güçtü. 1980’lerin sonlarında, Lillian Rubin on üç ile kırk sekiz yaş arasındaki bin Amerikalıyla konuşarak, son otuz yıl boyunca cinsel davranış ve tutumlarda ne gibi değişiklikler olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Rubin’in bulgularına göre, gerçekte önemli gelişmeler ortaya çıkmıştı. Cinsel etkinlik tipik olarak, daha önceki kuşak için sözkonusu olandan daha genç bir yaşta başlıyordu; dahası, yeniyetmelerin cinsel pratikleri en az yetişkinlerinkiler kadar değişken ve kapsayıcı olma eğilimi gösteriyordu. Çifte standardın hâlâ varolmasına karşın, bu artık eskisi kadar güçlü değildi. En önemli değişikliklerden birisi, kadınların ilişkilerinde cinsel zevki bekledikleri ve etkin bir bir biçimde bu zevki aradıklarıydı. Kadınlar artık, yalnızca cinsel doyum vermekle kalmayıp cinsel doyuma ulaşmayı da bekliyorlardı Robin’in ileri sürdüğüne göre, her iki cins için de önemli sonuçlan olan bir görüngü.

    Kadınlar artık, cinsel bakımdan bir zamanlar olduklarından daha özgürdürler;ne ki, erkeklerin çoğunluğunun alkışladıkları bu gelişmenin yanında kadınlar, pek çok erkeğin kabullenmekte zorlandığı, yeni bir kendilerini öne çıkarma eğilimine girmişlerdir. Rubin’in konuştuğu erkekler sık sık “kendilerini yetersiz duyduklarını”, “hiçbir şeyi doğru dürüst yapamadıklarını”, ve “bugünlerde kadınları doyuma ulaştırmayı olanaksız bulduklarını” söylemişlerdir (Rubin 1990).
    ~

    Erkekler kendilerini yetersiz duymaktadırlar öyle mi? Bu, beklemeye alışık olduğumuz her şeyle çelişmiyor mu? Çünkü çağcıl toplumda, erkekler çoğu alanda baskın olmayı sürdürmektedirler ve genel olarak kadınlara karşı davranışları, kadınların onlara davranışlarından çok daha fazla şiddet içermektedir. Böylesi bir şiddet büyük ölçüde, kadınların denetlenmesini ve onlara boyu eğdirmenin sürmesini amaçlamaktadır. Yine de kimi yazarlar, erkekliğin, bir ödül olduğu kadar bir yük de olduğunu ileri sürmeye başlamışlardır. Bu yazarlar, erkek cinselliğinin büyük bölümünün doyum sağlayıcı olmak yerine zorlayıcı olduğunu da eklemektedirler. Eğer erkekler cinselliklerini bir denetim aracı olarak kullanmayı bıraksaydılar, yalnızca kadınlar değil, kendileri de bundan kazançlı çıkarlardı.

    Yeni bir sadakat mi?

    1994’te, bir araştırmacılar grubu, Kinsey’den bu yana herhangi bir ülkedeki cinsellik üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma olan The Social Organization of Sexuality: Semai Practices in the United States [Cinselliğin Toplumsal Örgütlenmesi: A.B.D.’deki Cinsel Pratikler] adlı kitabı çıkardılar. Pek çoğunu şaşırtır biçimde, bu araştırmacıların bulguları Amerikalılar arasında temel bir cinsel tutuculuğun bulunduğu­nu düşündürmektedir örneğin, deneklerin % 83’ünün, geçmiş bir yıl boyunca yalnızca tek bir eşleri olmuştur (ya da hiç eşleri olmamıştır); bu oran, evli kişiler arasında % 96’ya çıkmaktadır. Kişinin eşine olan sadakati de oldukça yaygındı: Kadınların yalnızca % 10’u, erkeklerinse % 25’i, yaşamları boyunca tek bir kez evlilik dışı bir ilişkileri olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmaya göre, Amerikalıların yaşamla­rı boyunca ortalama üç eşleri bulunmaktaydı. Cinsel davranışın görünürde oturmuş bir nitelik sergilemesine karşın, bu çalışmadan kimi açık seçik değişikliklerin ortaya çıktığı da görülmektedir; bunlardan en önemlisi, evlilik öncesi cinsel dene­yimdeki, özellikle kadınlar arasında, giderek hızlanan artıştır. Aslında, bugün evli olan Amerikalıların % 95’i, cinsel bakımdan deneyimlidirler (Laumann ve arkadaşları 1994).

    Cinsel davranış hakkındaki derlemeler, güçlüklerle doludur. Yalınca, insanların kendilerine sorulduğunda cinsel yaşamlarını ne kadar dürüstçe anlatıyor olduklarını bilemiyoruz. The Social Organization of Sexuality kitabı, Amerikalıların cinsel yaşamlarında, Kinsey’in raporlarının zamanında olduklarından çok daha az serüven düşkünü olduklarını ortaya koyuyor gibidir. Kinsey raporlarının yetersiz olmaları olasıdır. Belki de AIDS korkusu, pek çok insanı cinsel etkinliklerinin sınırlarını daraltmaya zorlamıştır. Ya da belki de bugünün oldukça tutucu olan siyasal ikliminde, insanlar cinsel etkinliklerinin çeşitli yönlerini gizlemeye daha fazla eğilim gösteriyor olabilirler.
    Yakın zamanlarda, cinsel davranış hakkındaki derlemelerin geçerlilik dereceleri yoğun bir tartışmanın odağında yer almıştır (Lewontin 1995). Biraz önce tartışılan derlemeyi eleştirenler, böyle derlemelerin cinsel pratikler hakkında güvenilir bilgi sağlamadığını ileri sürmüşlerdir. Buradaki anlaşmazlığın bir bölümü, kendileriyle konuşulan yaşlı insanların yanıtlan üzerinde yoğunlaşmaktadır. Araştırmacılar, seksen ile seksen beş yaş arasındaki erkeklerin % 85’inin eşleriyle cinsel ilişki kurduklarını söylediklerini belirtmektedirler. Bu araştırmaya eleştiri yöneltenler, bu söylenenin gerçek olmadığının ortada olduğunu; bunun da bütün araştırmanın bulguları hakkında kuşku doğurduğunu düşünmektedirler. Araştırmacılar bu suçlamaya karşı kendilerini savunmuşlar ve yaşlı insanlar üzerinde çalışan ve yukarıdaki eleştiriyi yapanları yaşlılık hakkında olumsuz önyargılara sahip olmakla suçlayan uzmanların desteğini yanlarında bulmuşlardır. Bu uzmanlar, huzurevleri gibi kurumlar dışında yaşayan yaşlı erkekler üzerinde yapılan bir çalışmanın, doksanlı yaşlarının başındaki erkeklerinin çoğunun, aslında cinselliğe karşı bir ilgiyi sürdürdükleri sonucunu verdiğini belirtmektedirler.

    Eşcinsellik

    Eşcinsellik, bütün kültürlerde vardır. Yine de eşcinsel bir kişi kendi cinsel tercihleri ile nüfusun çoğunluğundan açıkça ayrı olan bir kişi görece yenidir. Michel Foucault, on sekizinci yüzyıldan önce, kavramın belli belirsiz varolduğunu göstermiştir (Foucault 1978). Kilise ve yasa, sodominin karşısındadır; İngiltere ile başka birkaç Avrupa ülkesinde eşcinsellik ölüm cezasını gerektiren bir suçtu. Bununla birlikte, sodomi, özel olarak eşcinsel bir suç diye tanımlanmamıştı. Bu suç, erkeklerin kendi aralarında olduğu kadar, erkeklerle kadınlar ve erkeklerle hayvanlar arasındaki ilişkiler için de geçerliydi. ‘Eşcinsellik’ terimi 1860’larda kullanılmaya başlanmış ve bu tarihten itibaren eşcinseller giderek artan biçimde, özel bir cinsel sapıklığı olan ayrı türden insanlar diye görülmüştür (Weeks 1986). Kadın eşcinselliğini anlatmak için ‘lezbiyen‘ teriminin kullanılması, biraz daha sonraya rastlamaktadır.

    A.B.D.’de, ‘doğal olmayan edimler’ için uygulanan ölüm cezası, bağımsızlığın ardından, Avrupa’da ise on sekizinci yüzyıl sonları ile on dokuzuncu yüzyıl sonlrında kaldırılmıştır. Bununla birlikte, birkaç on yıl öncesine kadar, eşcinsellik hemen hemen bütün Batı ülkelerinde bir suç olarak kalmıştır. Bu olgu, artık yasalar yasaklamasa da, neden pek çok insanın duygusal bakımdan eşcinsellere karşı olmayı sürdürdüğünü açıklamaktadır.

    Batılı olmayan kültürlerde eşcinsellik

    Kenneth Plummer, klasik bir çalışmada, çağcıl Batı kültürü içindeki dört eşcinsellik türünü ayırt etmektedir. Gevşek eşcinsellik, bir kişinin bütün cinsel yaşamını esas olarak yapılaştırmayan geçici bir eşcinsel karşılaşmadır. Okul çocuklarının birbirlerine ilgisi ve toplu elle doyum bunun örnekleri arasındadır. Yerleşik etkinlikler, eşcinsel edimlerin düzenli olarak yürütüldüğü, ancak kişinin baskın tercihi olmadığı durumlara göndermede bulunur. Hapisaneler ya da askeri birlikler gibi, erkeklerin kadınlar olmadan yaşadıkları yerlerde, eşcinsel davranışın tercih edilir olmaktan çok heteroseksüel davranışın yerine geçtiği düşünülen bu türü yaygındır.

    Kişiselleştirilmiş eşcinsellik, eşcinsel etkinlikleri tercih eden, ancak bu tür etkinliklerin kolayca kabul edildikleri gruplardan yalıtılmış olan kişilere göndermede bulunur. Burada eşcinsellik, arkadaşlarla meslektaşlardan gizlenen, kaçamak bir etkinliktir. Bir yaşam biçimi olarak eşcinsellik, kendisini ‘açığa vuran’ ve benzer cinsel tercihleri olanlarla gerçekleştirilen birliktelikleri yaşamlarının temel bir parçası yapan kişilere göndermede bulunur. Böyle insanlar genellikle, eşcinsel etkinliklerin ayrı bir yaşam tarzına bütünleştikleri gay altkülrürlerine dahildirler (Plummer 1975).

    Nüfusun eşcinsel deneyimleri yaşayan ya da eşcinselliğe güçlü bir eğilim gösteren bölümü (hem erkek hem de kadın), açıkça gay yaşam tarzım benimseyen kişi­lerden sayıca çok daha fazladır. Batı kültürlerindeki eşcinselliğin olası büyüklüğü ilk kez, Alfred Kinsey’in araştırmasının basılmasıyla bilinir duruma gelmiştir. Kinsey’in bulgularına göre, bütün Amerikalıların yansından fazla olmayan bir bölü­mü, ergenlik sonrasındaki cinsel etkinlikleri ve eğilimleri bakımından bütünüyle heteroseksüeldir. Kinsey’in örneklemesinde, % 8’lik bir bölüm, üç yıl ya da daha fazla bir dönem için yalnızca eşcinsel ilişkiler içine girmişlerdi. Bir % 10 da, eşcinsel ve heteroseksüel etkinliklerde az çok aynı derecede yer almaktaydı. Kinsey’in en çarpıcı bulguları, erkeklerin % 37’sinin en azından bir kere, orgazm düzeyine varan bir eşcinsel deneyim yaşamış olmalarıydı. Ayrıca % 13’lük bölüm de, eşcinsel arzu­lar duymuş ancak bunları pratiğe geçirmemişlerdir.

    Kadınlar arasındaki eşcinselliğin, Kinsey araştırmalarının gösterdiği oranı daha düşüktü. Kadınların yaklaşık % 2’si açıkça eşcinseldi. Eşcinsel deneyimler, % 13 tarafından bildirilmiş; bir % 15 de bunları pratiğe geçirmeden, eşcinsel arzular duyduklarını kabul etmişlerdi. Kinsey ve meslektaşları, çalışmalarının ortaya koyduğu eşcinsellik düzeyi karşısında şaşkına dönmüşlerdi; bu yüzden de çalışmanın sonuçlan farklı yöntemlerle kontrol edilmiş, ancak sonuçlar aynı kalmıştır (Kinsey ve arkadaşları, 1948,1953).

    The Socîal Organization of Sexuality [Cinselliğin Toplumsal Düzenlenişi] adlı çalışmanın sonuçlan, Kinsey’in eşcinselliğin yaygınlığına ilişkin çalışmasındaki bulguları hakkında kuşkular doğurmuştur. Kinsey’in % 37’sine karşın, daha sonraki çalışmada erkeklerin yalnızca % 9’u orgazm düzeyine varan bir eşcinsel karşılaşma yaşamışlar; erkeklerin yalnızca % 8’i eşcinsel arzular duyduklarını ( % 13’e kıyasla) ve yalnızca % 3’ten az bir bölümü, bir önceki yıl içinde bir başka erkekle cinsel bir ilişkiye girdiğini bildirmiştir.

    Bu çalışmayı yürütenlerin de kabul ettiği gibi, hâlâ eşcinselliğe yapışık olmayı sürdüren damga, olasılıkla eşcinsel davranışın genellikle olduğundan az gösteril­miş olmasına katkıda bulunmuştur. Ve, çalışmayı eleştirenlerden birinin dikkatleri çektiği gibi, yazarların tesadüfi örneklemesi, eşcinsellerin coğrafi olarak, kent nüfu­sunun 10’una yaklaştıktan büyük kentlerde yoğunlaşmasını dikkate alamamaktadır (Robinson 1994).
    Lezbiyen gruplar, erkeklerin oluşturduğu gay altkültürlerinde bulunandan daha az örgütlenmiştirler ve gevşek ilişkilerin daha düşük bir oranını içermektedirler. Erkek eşcinselliği dikkatleri lezbiyenlikten daha fazla toplamaktadır ve lezbiyen eylemci grupları çoklukla, çıkarları erkek örgütlerininkiyle aynıymış gibi değerlendirilmektedir. Ne ki, kimi zaman erkek eşcinsellerle lezbiyenler arasında ya î kın bir işbirliği olsa da, özellikle lezbiyenlerin etkin biçimde feminizmi benimsiyor oldukları durumda, iki grup arasında farklılıklar da vardır. Lezbiyen kadınların yaşamlarının özgül niteliği, artık sosyologlar tarafından daha ayrıntılı olarak incelenmektedir.

    Lezbiyen ciflerin çoklukla, ya bir erkekle girilen ilişki yoluyla ya da yapay döllenme yoluyla edinilen çocukları vardır, ancak bu çocukların vesayetini almaları zordur.

    Kendini açığa vurmak, pek çoğu için zor bir süreç olmayı sürdürmektedir. Anne babalara, başka akraba ve arkadaşlara ve eğer varsa çocuklara bunun söylenmesi gerekir. Bununla birlikte, bu deneyim, ödüllendirici bir deneyim olabilir. Loralec MacPike, There’s Something I’ve Been Meaning Teli You [Sana Söylemeye Çalıştığım Bir Şey Var] adlı kitabında, eşcinselliklerini açığa vurmaya karar veren kadınların deneyimlerini toplamaktadır. MacPike, kendi deneyiminden sözederken şunları yazmaktadır:
    ‘Yeniden doğan lezbiyen’lerin pek çoğu gibi, yeni bulduğum benliğimden ve yeni tanımlanmış yaşamımdan fazlasıyla hoşnuttum. Ne eşim ne de ben daha önce bir lezbiyen ilişki içine girmiştik; dolayısıyla ikimiz de yaşamlarımızı, gay topluluklarının parçalan olan toplumsal temeller ve arkadaşlıklara göre düzenlemiş değildik; ancak, bize bir biçimde kendilerini ortaya döküyormuş gibi görünenlere incelikle yaklaşmaya başladık… [Biz] oldukça şanslıydık… sonuçlar, düşleyebileceğimden daha olumlu ve zenginleştiriciydi (MacPike 1989).

    Eşcinselliğe yönelik tutumlar

    Eşcinselliğe yönelik hoşgörüsüzlük geçmişte öylesine yaygındı ki, konu çevresinde yaratılan söylenlerin kimileri yaygınlıklarını, yalnızca son bir kaç yılda yitirmişlerdir. Eşcinsellik bir hastalık değildir ve herhangi bir psikiyatrik rahatsızlıkla kesin olarak eşleşmez. Eşcinsel erkeklerin yaptıkları işler, kuaförlük, iç dekorası yon ya da sanat gibi özgül sektör ya da mesleklerle sınırlı değildir.Kimi erkek gay davranış biçimleri, erkeklik ile güç arasındaki alışıldık bağlantıları değiştirme çabaları olarak görülebilir belki de, eşcinsellerin neden heteroseksüel topluluk tarafından böylesine tehdit altında olduklarının düşünüldüğünü açıklayan bir neden. Gay erkekler, kendileriyle eşleştirilen kadınsılık görüntüsünü yad­sıma eğilimindedirler ve iki yolla böyle bir görüntüden sapma gösterirler. Bu yollardan birisi, aşırı kadınsılığı öne çıkarmaktır önyargıyı dalgaya alan bir ‘kamp’ erkekliği, öteki yol, bir ‘maço’ görüntü geliştirmektir. Bu da geleneksel erkeksiliğe uygun değildir; motosikletçiler ya da kovboylar gibi giyinen erkekler yine erkekliği, abartarak, dalgaya almaktadırlar (Bertelson 1986).
    Bununla birlikte, kimi bakımlardan eşcinsellik daha olağanlaşmıştır daha çok gündelik toplumun daha fazla kabullenilmiş bir parçası olarak Danimarka, Norveç ve İsveç gibi Avrupa’daki birkaç ülke, artık eşcinsel çiftlerin devlet tarafından tanınmasına ve bu çiftlerin evlilik ayrıcalıklarının çoğunu elde etmelerine izin vermektedir. Hollanda, Fransa ve Belçika’daki kent yönetimleri ve yerel yönetimler de eşcinsel ilişkileri tanımaya başlamışlardır. Havvai’de, eşcinsel evlilik, mahkeme kararıyla yasal olarak elde edilebilir.

    Gay eylemciler, eşcinsel evliliklerin yasallaşması için giderek daha fazla uğraşmaktadırlar. Heteroseksüel çiftler arasındaki evlilikler önemini yitiriyorken niye buna uğraşırlar ki? Bunun nedeni onların herkesle aynı konum, hak ve yükümlülüklere sahip olmak istemeleridir. Evlilik bugün her şeyden önce duygusal bir bağlanmadır, ancak devlet tarafından tanınmış olmasıyla aynı zamanda yasal içermelere de sahip olmaktadır. Evlilik eşlerin tıbbi yaşam ölüm kararlan verebilmelerine, kalıt haklarına sahip olmalarına ve sigorta yardımları ya da başka ekonomik yararlar elde etmelerine olanak verir Amerika’da hem eşcinseller arasında hem de heteroseksüeller arasında giderek yaygınlaşan ‘bağlanma törenleri’ yasal olmayan evlilikler bu hak ve yükümlülüklere olanak vermez. Tersinden bakarsak, kuşkusuz, bu, pek çok heteroseksüel çiftin artık neden ya evliliği ertelemeye ya da hiç evlenmemeye karar verdiklerini açıklayan bir nedendir.

    Eşcinsel evlilik karşıtları bunu ya hoppaca buldukları ya da doğal olmadığına inandıkları için kınamaktadırlar. Bu karşıtlar eşcinsel evliliği, devletin önünü almak için elinden geleni yapması gerektiğine inandıkları cinsel bir yönelimin yasallaştırılması olarak görmektedir. Amerika’da, kendilerini eşcinsellerin yaşam biçimlerini değiştirmelerine ve karşı cinsten insanlarla evlenmelerine yöneltmeye adayan baskı grupları bulunmaktadır. Kimileri eşcinselliği hâlâ bir sapıklık olarak gör­mekte ve bunu olağanlaştırmaya yönelik her çabaya şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

    Yine de gay insanların çoğunluğu, yalnızca sıradan görünmek istemektedirler. Bunlar, eşcinsellerin, en az başkalarının olduğu kadar, ekonomik ve duygusal güvenliğe gereksinim duyduklarını belirmektedirler. Andrew Sullivan Virtually Normal [Neredeyse Olağan] (1995) adlı kitabında, eşcinsel evliliğin erdemlerini güçlü bir biçimde savunmaktadır. Kendisi de bir Katolik ve eşcinsel olan Sullivan, dinsel inançlarının cinselliğiyle nasıl uzlaştırılabileceği konusunda çok acı çekmişti. Sullivan, eşcinselliğin en azından bir bölümüyle doğa tarafından verildiğini bunun çoğunluğun yalınca ‘seçtiği’ bir şey olmadığını ileri sürmektedir. Kişiye eşcinselliğini bırakmasını söylemek, ondan bir başkasını sevme ve onun tarafından sevilme, şansını bırakmasını istemekle aynıdır. Sevgi, evlilik içerisinde dile getirilebilmelidir. Sullivan, eğer eşcinseller yabancılaşmış bir azınlık durumuna gelmeyeceklerse, gay evliliğinin yasallaşması gerektiği sonucuna varmaktadır.

    Bu bölümün sonunda, fahişelik sorununa bakacağız. Erkek fahişelik, kimi erkek gay altkültürlerinde yaygındır. Ne ki, kadın fahişeliği toplumun genelinde çok daha yaygındır; şimdi üzerinde duracağımız da budur.

    Fahişelik

    Fahişelik, parasal kazanç karşılığında cinsel yararlar sağlama olarak tanımlanabilir. ‘Fahişe’ sözcüğü, on sekizinci yüzyıl sonlarında yaygın kullanıma girmiştir. Antik dünyada, ekonomik ödül için cinsellik sağlayanların çoğunluğu, kibar fahişeler, ikinci eşler (metresler) ya da kölelerdi. Kibar fahişeler ve metresler, geleneksel toplumlarda çokluk yüksek bir konum elde ederlerdi.

    Çağcıl fahişeliğin temel bir yönü, kadınların ve müşterilerin genellikle birbirlerini önceden tanımıyor olmalarıdır. Erkekler, ‘düzenli müşteriler’ haline gelseler de, ilişki başlangıçta, kişisel yakınlık temelinde kurulmaz. Bu, daha önceki maddi kazanç karşılığı cinsel yarar sağlama biçimlerinin çoğu için geçerli değildi. Fahişelik küçük ölçekli toplulukların çözülmesiyle, kişisellikten uzak nitelikteki büyük kentsel alanların ortaya çıkmalarıyla ve toplumsal ilişkilerin ticarileşmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Küçük ölçekli geleneksel topluluklarda, cinsel ilişkiler, görünürlükleriyle denetlenmekteydi. Yeni gelişen kentsel alanlarda, daha anonim nitelikteki toplumsal bağlantılar kolayca kurulabiliyordu.

    Günümüzde fahişelik

    Bugün İngiltere’deki fahişeler, geçmişte olduğu gibi, esas olarak yoksul top­lumsal kesimlerden gelmektedirler, ancak bunlara önemli ölçüde orta sınıftan gelen kadınlar da eklenmiştir. Artan boşanma oranı, yeni yoksulluğa düşen kadınları fahişeliğe itmektedir. Buna ek olarak, mezun olduktan sonra iş bulamayan kimi kadınlar, başka iş fırsatları beklerlerken masaj salonları ya da telekız ağlarında çalışmaktadırlar.

    Paul J. Goldstein, fahişelik türlerini, mesleki bağlanma ile mesleki bağlamları bakımından sınıflanmıştır. Bağlanma, kadının fahişelikte geçirdiği zamana göndermede bulunmaktadır. Pek çok kadın, ya uzun bir süre için ya da tümden bırakmadan önce yalnızca geçici olarak, bir kaç kere bedenlerini satmaktadırlar. ‘Arada sırada fahişe olanlar, oldukça sık olarak, ancak düzensiz biçimde, başka kaynaklardan elde ettiklere gelirlere ek olsun diye para karşılığı kendilerini satarlar, ötekiler, ana gelir kaynaklan bu olmak üzere, sürekli olarak fahişelik yaparlar. Mesleki bağlam, bir kadının içinde yer aldığı çalışma ortamı türü ile girdiği etkileşim süreci anlamına gelmektedir ‘Sokaktaki’, işini sokakta yürüten kişidir. Bir ‘telekız’, müşterileriyle telefonda ilişki kurar; ya erkekler onun evine gelir ya da o erkeklere gider. ‘Genelev fahişesi’, ya bir özel klüpte ya da genelevde çalışan bir kadındır. Bir ‘masaj salonu fahişesi’, yalnızca meşru masaj ve sağlık hizmetleri sunduğu varsayılan bir kuruluşta cinsel hizmet sağlar.

    Pek çok kadın ayrıca, cinsel hizmetler için takas (para dışındaki mal ya da başka hizmetler cinsinden ödeme) uygular. Goldstein’in incelediği telekızların çoğunluğu düzenli olarak cinsel takas uygulamaktadır televizyon, araba ve elektronik malların tamiri, elbise, yasal hizmetler ve diş hizmetleri karşılığında (Goldstein 1979).
    1951’de kabul edilen bir Birleşmiş Milletler karan, fahişeliği örgütleyenleri ya da fahişelerin etkinliklerinden kâr sağlayanları kınmakta, ne ki fahişeliği yasaklamamaktadır Toplam olarak elli üç üye ülke, İngiltere de içinde, biçimsel olarak bu karan kabul etmişlerdir, ancak kendi yasaları bu konuda farklılıklar gösterir. Kimi ülkelerde fahişeliğin kendisi yasadışıdır. Ötekiler, İngiltere gibi, sokak fahişeliği ya da çocuk fahişeliği gibi yalnızca belirli türleri yasaklamaktadırlar. Kimi ulusal ya da yerel hükümetler Almanya’daki ‘Eros merkezleri’ ya da Amsterdam’daki seks evlen gibi resmi olarak tanınan genelev ya da seks salonlarına izin verirler. Yalnızca pek az ülke, erkek fahişelik için lisans vermektedir.

    Fahişeliğe karşı yasama, ender olarak müşterileri cezalandırmaktadır. Cinsel hizmet satın alanlar, tutuklanmaz ya da yargılanmazlar ve mahkeme işlemlerinde bunların adlan gizli tutulabilir. Müşteriler üzerine, fahişeler üzerine yapılanlardan çok daha az çalışma yapılmıştır; müşterilerin ruhsal rahatsızlıklan olduğunu düşünen kimselerin sayısı da çok azdır. Araştırmadaki bu dengesizlik, cinsellik hakkındaki, erkeklerin etkin olarak değişik nitelikteki cinsel istekleri olmasını ‘olağan’ karşılarken bu istekleri yerine getirenleri kınayan Ortodoks önyargıların eleştiril­meden kabul edildiğinin kesin bir göstergesidir.

    Çocuk fahişeliği

    Fahişelik sık sık çocukları da içine almaktadır. A.B.D., İngiltere ve Almanya’­daki çocuk fahişeleri inceleyen bir çalışma, evlerinden kaçan ve hiçbir geliri olma­yan çocukların çoğunluğunun, yaşamlarını kazanmak için fahişeliğe yöneldiklerini göstermiştir. .
    Evlerinden kaçan pek çok çocuğun fahişeliğe sığındıkları olgusu, çocukları düşük yaşta istihdam edilmekten koruma amacıyla çıkarılan yasaların istenmedik bir sonucudur ne ki, bütün çocuk fahişelerin de evlerinden kaçan çocuklar olduğu söylenemez. Çocuk fahişeler için üç genel kategori birbirinden ayırt edilebilir (Janus ve Hein Bracey 1980): Kaçaklar ya evlerini terkeden ve ailelerinin aramadıkları ya da evlerine geri getirildikleri her keresinde yine ısrarla kaçanlar; çekip gidenler, esas olarak evde yaşayan, ancak dönem dönem evlerinin dışında kalan ya da ev dışında birkaç gece geçiren çocuklar gibi, zamanlarını dışarıda geçirenler; evden atılanlar, anne babalarının kendilerinin ne yaptıklarıyla ilgilenmedikleri ya da kendilerini etkin bir biçimde yadsıdıkları çocuklar.

    Çocuk fahişeliği, dünyanın birkaç bölgesindeki örneğin, Tayland ve Filipinler gibi ‘seks turizmi’ sanayiinin bir parçasıdır. Fuhuşa yönelen paket turlar, Avrupa, A.B.D. ve Japonya’dan bunlar artık İngiltere’de yasaklanmıştır erkekleri bu bölgelere çeker. Asyalı kadın gruplarının üyeleri, bu turlara karşı kamusal protestolar düzenlemektedirler, ancak buna karşın bu turlar sürüp gitmektedir. Uzak Doğu’daki seks turizmi kökenlerini, Kore ve Vietnam savaşları sırasında Amerikan askerle­rinin gereksinimlerini karşılamak için fahişelerin sağlanmasında bulmaktadır. Bu dönemde, Tayland, Filipinler, Vietnam, Kore ve Tayvan’da, ‘dinlenme ve kendini yenileme’ merkezleri kurulmuştu. Bunların, düzenli olarak gelen turistlere olduğu kadar bölgede üslenmiş askerlere de hizmet veren bir bölümü, özellikle Filipinler’dekiler, hâlâ çalışmaktadır.

    Fahişelik neden var? Fahişelik kesinlikle, hükümetlerin kendisini ortadan kaldırma çabalarına direnen kalıcı bir olgudur. Bu ayrıca, hemen her zaman erkeklere cinsel hizmetler sağlayan kadınların, tersi değil, bir sorunudur Almanya, Hamburg’da olduğu gibi, kadınlara erkeklerin sağladığı cinsel hizmetler sunan ‘zevk evleri’ gibi kimi örnekler bulunsa da.
    Fahişeliği açıklayabilecek bir tek etken yoktur. Erkeklerin kadınlara göre daha güçlü ve kalıcı cinsel gereksinimleri olduğu ve bu yüzden de fahişelerin sağladığı hizmetlerin gerekli olduğu, ortadaymış gibi görünebilir. Ne ki bu açıklama, mantıklı değildir. Kadınların çoğunluğu kendi cinselliklerini, aynı yaşlardaki erkeklere kıyasla daha yoğun bir biçimde geliştirme yeteneğinde görünmektedirler.

    Eğer fahişelik yalnızca cinsel gereksinimleri karşılamak için varolsaydı, kadın­lara hizmet sunan pek çok erkek fahişe olurdu.

    Buradan çıkarılabilecek en ikna edici genel sonuç, fahişeliğin erkeklerin kadınları cinsel amaçlarla ‘kullanılabilecek’ nesneler olarak görme eğilimlerini dile getir­mesi ve bir ölçüde bu eğilimin sürmesini sağlamasıdır. Fahişelik özel bir bağlamda, erkeklerle kadınlar arasındaki güç eşitsizliklerini dile getirmektedir. Kuşkusuz, başka pek çok unsur da burada sözkonusudur. Fahişelik, kendi fiziksel yetersizlikleri ya da aşırı katı ahlaki kodların varlığı yüzünden kendilerine cinsel eş bulamayan insanlar için, bir cinsel doyum sağlama aracı sunmaktadır. Fahişeler, evlerinden uzakta olan, bir yükümlülük altına girmeden cinsel karşılaşmalar isteyen ya da başka kadınların kabul etmeyeceği alışılmadık cinsel zevkleri olan erkeklere hizmet ederler. Ne ki bu etmenler, fahişeliğin genel doğasından çok ortaya çıkma sıklığı bakımından önemlidirler.

    Sonuç: Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik ve Eşitsizlik

    Son birkaç yılda, sosyolojide toplumsal cinsiyet ilişkilerinin incelenmesi kadar önemli derecede gelişen ya da bir bütün olarak disiplinde böylesine merkezi bir yer bulan pek az alan vardır. Bu büyük ölçüde, toplum yaşamının kendisindeki değişmeleri yansıtmaktadır. Erkek ve kadın kimlikleri, bakış açılan ve tipik davranış biçimleri arasındaki kurulu farklılıklar, yeni bir bakışla görülmeye başlanmaktadır.

    Toplumsal cinsiyetin incelenmesi, çağdaş sosyoloji için çözümü zor sorunlar ortaya çıkarmaktadır giderek daha fazla, çünkü bu konu geleneksel olarak disipli­nin temel ilgi alanlarından birisi diye görülmemektedir. Toplumda cinsiyetin önemini anlamak için hangi kavramları kullanabiliriz? Toplumsal cinsiyet farklılıklarının ortadan kalktığı, dolayısıyla hepimizin androjen (aynı cinsiyet özelliklerini taşıyan) olduğumuzu düşleyebilır miyiz?

    Cinsellik de insan davranışının son derece karmaşık olan, çağcıl toplumlarda önemli değişmeler geçiren bir alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Bizim sekse, cinsel davranışımıza yönelik tutumumuz, bu bölümü izleyen bölümlerde bakacağımız daha büyük toplumsal dönüşümleri yansıtmaktadır.

    Özet

    ‘Seks’ terimi muğlak bir terimdir. Yaygın olarak kullanıldıkta, hem erkekler ile kadınlar arasındaki fiziksel ve kültürel farklılıkları (‘erkek seksi’ ya da ‘kadın seksi’ gibi), hem de cinsel edimi anlatmaktadır. Fizyolojik ve biyolojik anlamdaki seks ile kültürel bir oluşum olan (bir öğrenilmiş davranış kalıpları kümesi) cinsiyeti birbirinden ayırmak yararlı olacaktır.
    Kimileri, cinsler arasındaki davranış farklılıklarının genetik olarak belirlendiğini ileri sürmektedirler; ne ki, bunu destekleyen kesin bir kanıt yoktur.

    Cinsiyet toplumsallaşması, bebek doğar doğmaz başlamaktadır. Çocuklarını eşit olarak değerlendirdiklerine inanan anne babalar bile, erkek çocuktan ile kız çocuklarına farklı tepkiler göstermektedirler. Bu farklılıklar başka pek çok kültürel etki tarafından daha da artırılmaktadır.

    Cinsiyet kimlik gelişimi hakkındaki iki öndegelen kuram, Sigmund Freud’un kuramı ile Nancy Chodorovv’un kuramıdır. Freud’a göre, penisin varlığı ile yokluğu, erkeklik ile kadınlığın simgeleri, erkek çocuğun kendini babayla, kız çocuğun da anneyle özdeşleştirmesinde esastır. Chodorovv, annenin önemini vurgulamaktadır. Hem kız hem de erkek çocukları, ilkin anneyle kendilerini özdeşleştirirler, ancak erkekler kendi erkekliklerini ortaya koymak için anneden koparlar; buna karşılık kızlar anneye daha uzun zaman bağlanmış durumda kalırlar. Chodorow, Freud’un vurgusunu tersine çevirmektedir: kadınlık yerine erkeklik bir kayıpla, anneye süregelen sıkı bağlılığın yitirilmesiyle nitelenir. Bu, erkek dile getirememezliğini ya da erkeklerin duygularını dile getirmekte çektikleri güçlüğü açıklamaktadır.

    Toplumsal cinsiyet, verili değildir. Toplumsal cinsiyet, hepimizin gündelik eylemlerimizde, gece gündüz, ‘oluşturmak’ zorunda olduğumuz bir şeydir.Transseksüellerin cinsel anatomilerini fiziksel olarak değiştirmek için tıbbi tedavi gören insanlar deneyimleri, bir cinsiyetten ötekine geçmenin ne kadar zor olduğunu doğrulamaktadır.
    Batıda, Hıristiyanlık cinsel tutumların biçimlenmesinde önemli olmuştur. Katı cinsel kodların varolduğu toplumlarda, çifte standartlar ve ikiyüzlülük yaygındır. Normlar ile gerçek pratikler arasındaki ayrılık, cinsel davranış üzerine yapılan çalışmaların gösterdiği gibi çok büyüktür. Cinsel pratikler, hem kültürler arasında hem de kültürler içinde değişkenlik gösterir. Batıda, cinselliği bastırmaya yönelik tutumlar yerini, etkileri bugün de hâlâ ortada olan, 1960’lardaki daha hoşgörülü bir bakış açısına bırakmıştır.

    Cinsel kimlik karmaşık bir meseledir. Kimi yazarlar, heteroseksüeller, eşcinseller, biseksüeller ve transseksüeller diye, on kadar, oldukça yüksek sayıdaki farklı cinsel kimliği birbirinden ayırmaktadır.

    Eşcinsellik, bütün kültürlerde var görünmektedir, yine de ‘eşcinsel‘ kavramı görece yeni bir düşüncedir. Eşcinsel etkinlik, yalnızca son yüz yıl içinde belirli bir insan tipinin yaptıkları bir şey olarak görülmektedir ‘olağan heteroseksüel’ kategorisine karşıt olarak oluşturulan bir olağandışılık ve sapkınlık kategorisi.

    Fahişelik, para karşılığında cinsel hizmet sağlamaktır. Çağcıl toplumlarda, erkek ve çocuk fahişeliği de içinde olmak üzere, birbirinden farklı olan çeşitli fahişelik türleri vardır. Vesikalı fahişelik, kimi ülkelerdeki ulusal ya da yerel hükümetler tarafından kabul edilmektedir, ancak, ülkelerin çoğunda, fahişeler yasadışı olarak çalışırlar.

    M. Cüneyt BYRKÖK
    (Kaynak: Anthony Giddens. Sosyoloji, (Yayına Hazırlayanlar: Hüseyin Özel -Cemal Güzel), Ankara, 2000, sf.96 vd.)

    10 Şubat 2005 – https://web.archive.org/web/20050210003141/http://iekg-tcd.blogspot.com/

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 19:49 on 9 March 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Trans Erkek, , , , ,   

    Transseksüellik 

    Günümüzde bilinen içsalgı bezlerini inceleme teknikleriyle, transeksüel hastalarda ve normal denetim gruplarında cinsel hormonlar arasında bir fark saptamak olanaksızdır. Bununla birlikte, transseksüel hastalar, beyindeki hipotalamustan salgılanan hormonların hipofiz ve gonad hormanlarıyla tepkileşmesi ve etkileşme biçimi bakımından belki de atipiktirler. Bu dogruysa; transseksüelligin doğum öncesi ve erken bebeklik dönemlerinden kaynaklanıyor olması, en güçlü olasılıktır. Birbirini izleyen çeşitli etkenlerin transseksüelliği etkilediği, gerçeğe en yakın açıklama gibi görünmekle birlikte, transseksüellikte kalıtımsal bir öğenin söz konusu olduğuna ilişkin hiçbir geçerli varsayım yoktur.

    Transseksüellerin gelişme öyküleri farklıdır. Bu tip; kadınsı erkeklerden, başka bir tipse erkeksi kadınlardan oluşmaktadır. Bu kişilerin geçmişinde, çok erken yaşlardan başlayarak, aynı cinsten eşleri kapsayan etkin bir erotik (deneyim değilse de) imgelem öyküsü vardır. İkinci tipi, çocuklukta ve yeniyetmelikte cinsiyetine aykırı hiçbir belirti göstermemiş olsa bile, gizliden gizliye her zaman cinsiyet değişikliğini takıntı haline getirmiş kişiler oluşturur; ergenlik döneminde bu kişiler, erotik olarak eylemsizdir. Orta yaşa kadar transseksüellik (karşı cinsin kılığına girme) eğilimi gösterdikten sonra, herhangi bir bunalım etkisiyle transseksüelliğin apansızın ortaya çıktığı kişiler de üçüncü bir tip oluşturur.

    Transseksüellik, kişinin doğumdaki cinsiyetinden şiddetli hoşnutsuzluk duyduğu nispeten ender durumlarda bir rehabilitasyon yöntemidir. Cerrahi yollara başvurulmadan önce, cinsiyet değişikliğinin başarı olasılığını değerlendirmenin yollarından biri, bir süre karşı cinsin üyesi olarak yaşamak, çalışmaktır. Çünkü, hormon müdahalesinden geri dönülebilirse de, cerrahi müdahalenin geri dönüşü yoktur. Bu nedenle, cinsiyet değişikliğinin bütün ruhsal ve toplumsal sonuçları ameliyattan çok önce kavranırsa, hata olasılığı aşağı yukarı bütünüyle ortadan kalkar.

    Özlem Özge YÜREKLİ
    geocities.com/ozlemce_us/
    kadinlar.com – 09 Mart 2001

     
c
Compose new post
j
Next post/Next comment
k
Previous post/Previous comment
r
Cevapla
e
Düzenle
o
Show/Hide comments
t
En üste git
l
Go to login
h
Show/Hide help
shift + esc
Vazgeç
WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın