Tagged: Kadın Toggle Comment Threads | Tuş takımı kısayolları

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 05:13 on 28 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Kadın, ,   

    Ne trans ne de transeksüel, yalnızca kadınım! 

    Ya doğru şekilde tanımla, ya da bırak ben kendimi tanımlayayım!

    Adımızın önüne tutuşturulan; ‘transeksüel‘ kadın ya da daha da uygunsuz olarak ‘trans‘ kadın gibi ziyadesiyle gereksiz ön ekler bir çoğumuz için kâbus niteliği taşımakta, en azından benim için durum bundan ibaret. Zira bu gereksiz etiketler temelinde yalnızca, ”kadın ‘ama’ transeksüel yani altını önemle çizelim anatomik olarak erkek!”, gibi bir anlam barındırmakla beraber son derece ayrıştırıcıdır. Ben bir kadınım ve sosyal hayatımda yalnızca ve yalnızca bu şekilde tanınmak isterim. Nasıl ki bir ciscinsel kadına yani biyolojik cinsiyet kimliğiyle uyumlu birine ‘yalnızca’ kadın deniyorsa, benim de bunu istemem sizlere çok görülmemeli. Zira benim transeksüel olmam kadar onlar da birer ciscinsel.

    Bu konularda duyarlı ve saygılı bir insan gibi görünmeye çalışan genelde ‘ciscinsel’ bireylerin tipik cümlelerinden biri de; benim için kadın, erkek ya da trans hiç fark etmez’dir. Trajikomik! Biyolojik cinsiyet üçe ayrılır, doğru… amma velakin üçüncü cinsiyet trans(?) değildir. interseksüeldir yani çift-cinsiyet. Biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet nedir peki?

    Biyolojik cinsiyet (sex) ve toplumsal/sosyal cinsiyet (gender)

    • Biyolojik anlamda üç cinsiyet vardır: Kadın, erkek ve interseksüel.

    Kadın (sex): 44 AA+XX karyotipinde kromozomlara sahip bir birey, kalıtımsal olarak dişi cinsiyettedir.
    Erkek (sex): 44 AA+XY karyotipinde kromozomlara sahip bir birey ise, kalıtımsal olarak erkek cinsiyettedir.
    İnterseksüel veya diğer adıyla hermafrodit: hem erkek hem de kadın biyolojik cinsiyet özelliklere sahip olan kişilerdir.

    • Toplumsal anlamda üç cinsiyet vardır: Transcinsel, ciscinsel ve nötrcinsel.

    Transcinsel veya diğer adıyla transeksüel (kadın/erkek ‘gender’): doğumda kendisine atanan biyolojik cinsiyete uyum sağlayamayan, ruhsal gelişim evresinde kendisinin anatomik olarak karşı cinse ait hisseden kişilerdir.
    Ciscinsel (kadın/ erkek ‘gender’): doğumda kendisine atanan biyolojik cinsiyete uyum sağlayan kişilerdir.
    Nötrcinsel veya diğer adıyla üçüncü cinsel: kadın ve erkek biyolojik kimliklere uyum sağlayamayan, kendini bu iki cinsiyete de ait hissetmeyen kişilerdir.

    İnsanların biyolojik değil toplumsal cinsiyetini önemsediğimizden dolayı biyolojik cinsiyet kimlikleri ne olursa olsun ait hissettikleri cinsiyet yani kadın ya da erkek olarak ya da cinsiyetlere ait hissetmeyenlere nötrcinsel olarak hitap etmeliyiz; transeksüel kadın ya da ciscinsel erkek olarak değil. Velhasıl kelam, transeksüel, benim yalnızca siyasi kimliğimdir, mücadelesini verdiğim transeksüel hareketi içerisinde adımın önüne gelen bir ön addan ibarettir. Etimolojik olarak konuyu ele aldığımızda, transeksüel Latince ‘trans-‘ ve ‘-sexus’ kelimelerinin birleşiminden meydana gelir. Bu iki kelime ayrı düşünülemez; yani ne transız ne sexus, transsexusuz. Türkçeye geçmiş haliyle; transeksüel. Zira trans-, bir taraftan öbür tarafa anlamına gelirken, -sexus, eril ve dişil cinsiyet yani biyolojik cinsiyete karşılık gelir. Yani doğumla atanan eril ya da dişil cinsiyete uymayan kendini karşı ‘biyolojik’ cinsiyete ait hisseden kişileri tanımlar bu terim. Madem bana alt kimliğim ile hitap etmekte ısrar ediyorsun, o halde kelimenin anlamlarına saygısızlık yapma ve trans yerine transeksüel de!

    Toplumsal cinsiyetin (yalnızca transeksüellerin olmak koşuluyla) altının önemle çizilmesi çoğu sol görüşlü sözüm onlara transeksüel dostu insanların savunmakta olduğu transeksüel bireylerin biyolojik cinsiyetleriyle uyumlu olan ciscinsel bireyler ile eşit olduğümuza yönelik görüşü çürütmekte ve bizleri ciscinseller karşısında eşitsiz kılmaktadır, ancak bunu idrak edebilenler elle gösterilebilir sayıda ne yazık ki. Şayet bu biyolojik/anatomik farklılıklar bizleri sizlerin gözünde diğer kadınlardan daha az kadın yapmıyorsa, biyolojik bir kadın kendini tanımlarken ya da bir başkası onu tanımlarken toplumsal cinsiyeti olan ‘ciscinsel’ etiketine gerek duymuyorsa, biz biyolojik olmayan kadınları bir başkası tanımlarken toplumsal cinsiyetimiz olan ‘transeksüel’ etiketine gerek duymamalı. Bir başka konu ise transeksüalitenin geçici mi kalıcı mı olduğudur. Transeksüalite tıbben gender dsyphoria yani cinsel kimlik bozukluğu olarak geçiyor ve bu durum her ne kadar tartışmaya açık da olsa bizleri hasta yapıyor ‘tıbben’. Farklı bir örnekle yola çıkalım; bir bebek var, iki parmağı birleşik olarak dünyaya geliyor. Tıbben hasta kabul ediliyor bu bebek, henüz küçük olduğu için de yasal olarak operasyon uygun görülmüyor. Yaşı ilerleyince ameliyat oluyor ve bu ‘hastalıktan’ arınıyor. Aynı şekilde bizler de gender dsyphoria ile non-operatif yani operasyonsuz transeksüel bebekler olarak dünyaya geliyoruz, yasaların uygun gördüğü yaşa geldiğimizde pre-operatif yani operasyona hazırlık aşamasında transeksüeller oluyoruz ve nihayetinde operasyonumuzu da olup post-operatif yani operasyonu atlatmış bireyler ve o saatten sonra gender dsyphoria’dan arınmış oluyoruz. Parmağı birleşik doğan kişileri bitişikparmak olarak adlandırdığımızı düşünelim, ameliyat olduktan sonra bitişikparmak demeye gerek duyar mıyız? Duymayız. Bu ameliyat öncesinde bitişikparmak denmesini savunduğum anlamına gelmiyor elbette. Bu ad yalnızca hastane ortamında kullanılması gerekir ki ona göre muamele yapılsın. Bizler de misal hastaneye gidip transeksüeliz dediğimizde ona göre işlem yapılıyor ama sosyal hayatta ne gerek var ki bu adlandırmalara? Trans ya da transeksüel bir birey değilim. Ben bir kadınım! Bitmiştir!

    Hep birlikte, dayanışmayla daha güzel günlere çıkmak dileğiyle.

    Stefania Yılmaz

    Radikal Blog – 28.10.2014

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 14:31 on 15 August 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Kadın, , , ,   

    Lezbiyen çifte imam nikahı 

    Alman dergisi Spiegel’in haberine göre Zahed dergiye ilkokuldayken babasının kendisine “Ağlayan küçük kız çocuğusun” dediğini ve babasıyla bir daha asla konuşmadığını söyledi.
    Daha önce de Cezayir asıllı eşcinsel imam Muhammed Zahed, Fransa’nın başkenti Paris’te lgbti dostu cami açarak dikkatleri üstüne çekmişti.

    Zahed, kısa bir süre önce de İsveçli lezbiyen bir çifti evlendirdi. Zahed Spiegel’e kendisi gibi Selefi olanlarla vakit geçirdiğini ve erkek arkadaşlarından birine âşık olduğunu anlattı. Zahed, bugün dünyayı geziyor ve İslam’da lgbti‘ler ile ilgili dersler veriyor.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 23:56 on 5 October 2011 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , , Kadın,   

    Kadınlar Erkeklerden 5 Kat Fazla Eşcinsel İlişki Yaşıyor 

    Amerika’da seks alışkanlıklarıyla ilgili bir rapor yayınlandı. “Cinsel Kimlik ve Cinsel Davranış” adı altındaki raporda birbirinden ilginç sonuçlar çıktı.

    Raporda, 2002 yılındaki araştırmalarda 15- 24 yaş arası genç kızların yüzde 22’si hiç seks yapmadığı belirtildi ancak bu sonuçlar 2006- 2008 yılları arasında değiştiği kaydedildi. Değişen sonuçlara göre 2006- 2008 arasında erkeklerin yüzde 27’si, genç kızların ise yüzde 29’u cinsel ilişkiye girmediği belirtildi. 2007 yılında 24 binden fazla genç kız 17 yaşında bekâretini kaybetti.

    En Az Bir Kez Oral Seks Denediler

    Yaklaşık 4 bin genç kız ise ilk ilişkisini 18 ile 19 yaşları arasında yaşadı. 2007- 2008 yılları arasında 15- 24 yaş arasındaki 24 bin kişinin ise en az bir kez oral seksi denediği belirtildi. 2002 yılında 15- 24 yaş arasındaki kadınların yüzde 12,4’ü lezbiyenliği tercih ederken kadınlarda  lezbiyen ve/ya biseksüel ilişki oranı 2008’de yüzde 13,4’e çıktı

    Kadınlar 5 Kat Fazla Eşcinsel İlişki Yaşıyor

    Fakat yaş aralığı açıldığında yani 15- 44 yaş arasına getirildiğinde kadın ve erkekler arasında belirgin bir fark ortaya çıktı. Kadınlar erkeklerden beş kat daha fazla eşcinsel ilişki yaşıyor. Biseksüel olduğunu belirten kadınların oranı ise yüzde 3.5 arttı.

    Huffingtonpost

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 00:34 on 3 September 2011 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Kadın, İç Çamaşırları, İç Çamaşırı   

    Kadın & Erkek İç Çamaşırları 

    İncir Yaprağı fantazisini bir kenara bırakacak olursak aslında gerçek anlamda kadınlar için iç çamaşırının tarihi milattan önce 2000′lere kadar uzanıyor. Fakat bu dönemlerde yaşayan ve Jacques Laurent tarafından da bugün görkemli fahişeler olarak tanımlanan Cretan kadınları bu çamaşırları sadece çıplak göğüslerini yukarı kaldırmak, kalçalarını vurgulamak ve vücutlarını daha alımlı göstermek için giyiyorlardı.

    Eski yunanda kadınlar cüppelerinin altına Zona giyerlerdi. Bu, kumaş ya da deriden yapılmış ve tek amacı dişiliği vurgulamak olan korselerdi. Aynı şekilde, Romalı kadınlar da üstlerine oturan dar, taşlı jartiyer benzeri kemerler giyiyorlardı. Bu jartiyerler o dönemlerde henüz icat edilmemiş olan çorapları tutmak için orada değillerdi elbet; onların tek amacı erkeklerin (ya da karşılarında kim varsa onun ! ) arzularını uyandırmaktı. Aynı Greeklerde oldugu gibi Romalı erkekler için de jartiyerler, eşarplar ve vücudun en değerli kısımlarını örten işlemeli kumaşlar erotik bir özellik taşıyordu. Yüzyıllar boyu devam edecek olan bu yaklaşım bir anlamda fetişist kültürün doğuşu olarak da düşünülebilir. Cestus, kasıktan göğüslerin altına kadar olan bölgeyi kaplayan işlemeli korse, bir mite göre Venüs tarafından icat edilmiş ve kendisine şehvetli bir vücut bahşedilmiş olan tanrıça Junoya tavsiye edilmiş. Martial bu korseyi hiçbir erkeğin kaçamayacağı bir tuzak, aşkın alevlerini tekrar tutuşturacak bir araç olarak tanımlıyor ki, kendisi Venüsün ateşiyle hala sıcak olan bir cestusa dokunmanın düşüncesiyle tahrik olur.

    Kadınların erkeklerde tutku uyandırmak için geçerli olan bir yolun da cinsiyetler arası doğal farklılıkları vurgulamak olduğunu fark etmeleri yeni bir şey değil. Kadınlar eskiden de kendi iç çamaşırlarını, gerçekten farklı bir cins olduklarını sevgililerine devamlı hatırlatmak için kendileri seçiyorlardı. Orta çağlarda iç çamaşırı şimdikinden daha az popüler değildi. Kadınlar külot giymezlerdi çünkü özel bölgelerini yeterince havalandırmalarını ve şöminede ısıtmalarını engellediğini düşünürlerdi. Yine de ortaçağ, iç çamasırı için altın yıllardı; bu dönemde iç çamaşırı fetişizm için bir araç haline gelmis ve jartiyer benzeri icatlar özel bir erotik aksesuar olarak kabul edilmişti.

    Rönesansta İtalyan sanatı, Leonardo da Vinci, Boticelli, Michelangelo ve Raphael gibi tanınmış eşcinsel sanatçıların yapıtlarıyla şekilleniyordu. Bu sanatkarlar kimi zaman fırça ve keski yardımıyla, kadın göğüslerine sahip olan başsız erkek vücutları, güzel erkeklerin ateşli gözlerine sahip yalın madonnalar gibi çeşitli çapraşık yaratıklar yarattılar. Vertugade ya da Fransız Farthingaleinin (bele takılan ve eteklerin kabarık durmasına yarayan tahta ve seriden yapılan iskeletler, yastıklı rulolar) icadıyla iç çamaşırı hızla ilerlemeye başladı. Bu giysinin ortaçağdaki feminen anlamda popüler özelligi olan karnı ortadan kaldırmak ve kadın vücuduna daha erkeksi bir görünüm sağlamak için giyiliyordu. Başka bir deyişle, bu iç çamaşırını homoseksüel estetikle aynı çizgiye getirmek için başlatılmış belirgin bir girişimdi. Seksüel eşitliğin hevesli bir savunucusu olan Maria de Medicinin pantalon adı verilen, kadınların bacaklarını erkekler gibi gösterme isteklerini ortaya koyan bir çeşit paçalı don veya kalça-sarmalayıcı modasının önderi olduğu söylenir. Ayrıca bu pantalonların ağ bölgeleri, kadınların kendilerini pratik bir şekilde, soyunmadan erkeklere verebilmeleri için açıktı. Pantalonlar kadınları toza soğuğa karşı koruyordu, ancak tek kötü yanları attan düşen ya da kayan kadınların bacaklarını ve bazı bölgelerini gözlerden saklıyor olmalarıydı. Homoseksüelliğin yaygın olduğu bir dönemde, pantalonlar sade olmanın tersine kadınların kalçalarını iç oğlanları gibi sergilemelerine olanak sağlıyordu.

    1914-18 savaşındaki her top patlamasında etek boylari iki santimetre daha kısaldı ve önce alt baldırları, daha sonra da dizleri açık bıraktı. Korseler bir süre sonra yerini bele takılan ve direk tenle temas eden jartiyerlere bıraktı. 1800′lü yıllarda karısının çorap düşme sorununa karşı Eyfel Kulesinin mimarı Gustave Eiffelin icadı olan jartiyer, ciddi anlamda mutasyon geçirmişti. Kadınlar yeni keşfettikleri özgürlüklerinin tadını çıkararak rahatladı; ata binmeye başladılar, tenis oynadılar ve deniz kenarına tatile gittiler. Gereksiz ağırlıklarından kurtulan moda giderek daha hafif hale geldi. Kalın çorapların yerini ipeğe bıraktı. 1930′larda erotizm, kendini en çok çorapların bittiği yerle külot arasında kalan o büyülü yerde, bir kadının bacak bacak üstüne attığında ya da arabadan indiğinde gözüken o ince ten çizgisinde gösteriyordu.

    Ne yazik ki dünya yeni bir savaşa girmek üzereydi bu yeni durumu keşfetmeleri için pek zamanları olmadı. Şehvet meraklıları için de bu yıllar karartma yıllarıydı. İç çamaşırı endüstrisi, ürünleri için yeni materyaller elde edemiyordu ve paraşütler çorap askılarından çok daha önemli hale gelmişti. Şehirlerde, kadınlar savaş öncesinde aldıkları iç çamaşırlarıyla idare etmeye çalışıyor ya da boyayla çoraplarının rengini değiştirmeye çalışıyordu; bacağın arkasına, boydan boya, kalemle çizilen yalancı bir dikiş bu değişimlerdeki son noktaydı. Askerler ise iç çamaşırı giymiş pek de sanatsal değeri olmayan iç çamaşırlı kadın resimlerini ranzlarına, uçaklarının levyelerinin kenarlarına, jiplerinin güneşliklerine iğnelediler. Böylece pin-up kızları da doğmuş oldu. Daha sonra pin-up bir tarz olarak illüstrasyon sanatında yerini alacaktı.

    İkinci Dünya Savaşının bitişi, yeni bir refah dönemini ve Christian Diorun devrim yaratan Yeni Görünümünü beraberine getirdi. 1947′de uzun süren lüks eşyalardan zoraki olarak kaçınma dönemi yerini iç çamaşırı için büyüyen bir talebe bıraktı. Savaş zamanında olduğu gibi göğüsler artık gizlenmiyordu, tam tersine bir güvercin gibi, ipeğin içine yerleşiyordu. Howard Hughes yarım kaplı sutyeni icat etti ve bununla birlikte Jane Russelli Hollywood dünyasına kazandırdı. Artık, iç çamaşırı modası gümüş perdeden takip edilebiliyordu. Filmciler kısa zamanda ufak iç çamaşırlarının tamamen çıplak olmaktan çok daha müstehcen olduğunu fark ettiler. O zamandan sonra, her film yıldızı sansüre karşı süregelen bu gizli savaşta, külotları veya çorap askılarıyla göz kamaştırıcı ve sarsıcı gözükerek yerini aldı. Sahnede bir soyunma hali başlı başında bir film, ve soyunma hareketi de başlı başına bir son olabilirdi. Fellini’nin striptiz sahnesi (La Dolce Vitadaki Nadia Gray) Vittorio De Sicaninki (Dün, Bugün ve Yarındaki Sophia Lauren) kadar anılmaya değerdir.

    Sansürün kısıtlamaları ve film yapımcısının becerikliliği arasındaki gerilimin somutlaşmış bir hali, Femme Fataledir. Örneğin Joseph von Sternbergin Mavi Melek filmindeki Lola-Lola Emil Jannings tarafından oynanan bağnaz Profesör Unrath, bir ölümlüdür ve Marlene Dietrichin baştan çıkarmalarına karşı koyamaz. Dietrich, seksi bir jartiyerin içinde, kendi zehiriyle kaplı bacaklarıyla Vamp kadının somut bir örneğidir. Bu uyanış esnasında Bob Fosseun Kabaresi, Fassbinderin Maria Braun Evliliği ve devam filmi Lola Marlene Dietrichten daha iyisini yapmaya çalışan Lisa Mineli, Barbara Sukowa, Hana Shygulla, May Britt ve Hildegard Kneff, Dietrichin paha biçilmez eşyaları olan jartiyerlerini ve siyah çoraplarını kullanmaya devam etmişlerdir.

    Kınamalar ne kadar şiddetli olursa, yapılan iş o kadar iyidir. Kardinal Spellman, St. Patrik Katedralinin mezarlarını sarsan bir açıklamada bulundu; bu filmi seyretmeye cüret eden kimse, bu utanmaz kadına bakan kimse, ölümcül bir günah işler. Tanrıdan korkan bu ülkede bu kadar iğrenç, tiksindirici, ve kaba bir şey gözler önüne serilmemiştir. Bu büyük kınama, Mavi Meleke değil, başka bir kült filme, Elia Kazanin 1956′da yaptığı Baby Dollü’ne yapılmıştı. Kazanın işlediği ölümcül günah, Carroll Bakeri baby doll içinde başparmağını emerken göstermekti. Kardinalin bu öfkesi, filmin reklam şirketlerince yapılan bütün tanıtımlarının toplamından daha fazla ilgi görmesine neden oldu. Daha sonraları yayınlanan Kinsey Raporuna göre, bu parmak emme hareketini takdir edenlerin oranı %65’lere fırlamıştı. Ve son olarak da, kardinalin tepkisinin en hesaba katılmamış yanı gerçekleşti ve babydoll geceliklerinin satışı 25 milyona ulaştı. Kilisenin müdahalesi sayesinde film endüstrisi iç çamaşırının reklamını yapmış oldu.

    Bu uygun iklimde iç çamaşırı kendine gelmeyi başardıysa da fırtına bulutları toplanmaya başlamıştı. 1960larda, fetişistler için kara bir günde, eski bir model olan Mary Quant mini eteği ortaya çıkardı. Açığa çıkan baldırlar, jartiyerler için felaket haline geldi. Mini eteğin önüne geçilemez sonucu olarak külotlu çoraplar icat edildi. Fransızcada Mitoufle olarak bilinen bu tek parça çoraplar, külotlarla çorapları birleştiriyordu. Fakat özgürlük gerçekten çok kısa sürdü. Mini etek deli gömleğine bir dönüş gibi olmuştu. Feminist hareket bayrağını açtı: seks nesnesi olarak kadına hayır veya cinsiyetsiz kadınlara çok yaşa. Reklamlar bu fikirlerle yankılandı.

    Fakat iç çamaşırı eski suç ortağı olan erotizm olmadan yaşayamaz. Bu dönemde ise bir karşı saldırı gelişmekteydi. Bu yeni modanın estetik olarak bir hatası yoktu. Tam tersine, Atinalilar uzun zaman önce genç kadınlara phaenomerides yani baldırlarını gösterenler diye lakap takmışlardı. Sürgüne yollanan çoraplar, kendi kendilerine bacakta duracak sekilde yeniden tasarlanarak geri döndüler. Bu stay-up çoraplar mini etekle giymek için de uygun hale gelmişlerdi, çok yükseklere çıkabiliyorlardı. Bunun karşılığında reklamlar, külotlu çorapların alakalı alakasız pratik yanlarını övmeyi bıraktı ve çamaşırların bu en zevksizine birazcık da olsa fantezi öğeleri yüklemeye çalıştı.

    Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks bireyler de cinsiyet kimlikleri ve / ya cinsel yönelimleri doğrultusunda ihtiyaca veya isteğe göre erkek ya da kadın iç çamaşırı giymeyi tercih edebiliyor.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 23:59 on 4 October 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Feministler, , Kadın,   

    Kadın Gözüyle Kadın 

    Yıllardır kadın güzelliği üzerine konuşur, rejim listeleri, selülit tedavileri, saç cilt bakımları hakkında birbirimize reçeteler verir dururuz. Belki bazen kendi kendimize: “Kadınlar niçin güzel olmak zorunda?” diye sorduğumuz da olmuştur. Fakat, ya üzerinde fazlaca durmadan cevabı geçiştiririz, ya da “Kendimize saygımızdan ötürü güzel olmak zorundayız.” diye düşünürüz. Oysa bu soruyu Germaine Greer yıllar önce sormuş, sorgulamış ve cevaplarını, yorumlarını derleyerek bir kitap haline getirmiş. İşte bu kitabın öyküsü ve içeriği:

    Germaine Greer otuz yıl önce “İğdiş Edilmiş Kadın-The Female Eunuch” adlı kitabını yayımladığında yer yerinden oynamıştı. Kadınların yüksek sesle konuşmalarının bile garip karşılandığı bir dönemde, bir kadının çıkıp, uluorta hem de yüksek sesle “meme”lerden, “kıç”lardan, “seks”ten, “penis”ten söz etmesi akıl alacak iş değildi. O dönemler Warwick Üniversitesi’nde profesör olan Greer, kısa sürede feminizmin güçlü seslerinden biri haline geldi. “İğdiş Edilmiş Kadın” (Türkçeye çevrildi-Pencere Yayınları) kısa sürede inanılmaz satış rekorları kırdığı gibi, kendisine de “Feminizmin Başrahibesi” unvanını kazandırdı.

    Bugün altmış yaşın üzerinde olan Greer’in uzun süredir sesi soluğu çıkmıyordu. Batıda bolca tartışma yaratan yeni kitabı “The Whole Woman-Tam Kadın” şu sözcüklerle açılıyor: “Bütün kadınlar bilir ki; başardıkları ne olursa olsun, eğer güzel değilse başarısızdır. Ve kadın yine bilir ki; var olan güzelliğini de gün be gün yitirmektedir.” Kitap “kadınların eşitliği”nden çok “kadınların özgürlüğü” kavramına adanmış. Greer, eşit haklar kavramı üzerinde duruyor ve eşitlikle özgürlüğün aynı şey olmadığını söylüyor. Eşitlik konformizme eşdeğer düşünülürken, özgürlük ideolojik kavramında ele alınıyor. Greer eşitlik kavramının kadınlara mutluluk ve özgürlük getirmediğini, tersine ona yeni baskılar getirerek yükünü arttırdığını söylüyor. Greer’in kitabından bazı anabaşlıklar şöyle:

    Histerektomi

    Amerika’da kadınların üçte birinin 60 yaşından önce, İngiltere’de ise beşte birinin 65 yaşından önce rahimlerini aldırdığını söyleyen Greer, “Böyle giderse şu anda Kaliforniya’da yaşayan kadınların ancak yarısı rahimleri ile birlikte gömülecekler” diyor. Greer’in rahim anomalilerini gidermek amacı ile yapılan histerektomilere bir itirazı yok. Onun kabul edemediği rahim sancısını kesmek amacı ile yapıldığı söylenenler. Kadın bedeninin önemli bir organını sanki bir apseymiş gibi duyarsızca alan zihniyete şiddetle karşı çıkıyor Greer.

    Kadın Bedeni ve Selülit

    Greer kadının takıntılı bir biçimde kıllarını alması, kilo vermeye uğraşması, selülitlerini yok etmeye çalışmasının hep medyanın daha güzel, daha ince, daha alımlı ve daha bakımlı bir kadın kışkırtmalarının sonucunda oluştuğunu söylüyor. Kadının ne yaparsa yapsın kendisini güzel hissedemeyeceğini vurgulayan Greer şöyle diyor “Kılları hep alınması gerekecek kadar uzun, kiloları hep fazla, yeterince kilo verdiğinde ise ya göğüsleri küçük, ya kalçaları, ya burnu bozuk, ya dudakları.”

    Greer selülitler konusunda da şunları söylüyor. “Selülit, derinin altındaki yağ dokusu. Genetik yapıya bağlı olarak kimi kadınlarda düz ve gergin bir biçimde olan bu doku kimi kadınlarda gevşek ve yumuşak oluyor. Gevşek ve yumuşak yağ dokusuna sahip olan bu kadınlar, selülitlerini yok etmek için sürekli savaş halindeler. Oysa selülit genetik bağlantılı. Bebeklerin poposuna bakın, kimi düz ve gergin, kimi pürüzlü. Bebekler hayatlarında çikolata yemişler mi, sigara, içki ve kahve çay tüketmişler mi? Neden selülitlerinizi ve bedeninizi sevmeyi denemiyorsunuz? Böylece özel, sağlıklı yaşam antrenörlerinden oluşan ordunun da altın madenini kurutmuş olursunuz.

    Kadın ve Güzellik

    Güzellik kavramı öyle bir temelde oturtulmuş ki, kadın, sürekli olarak vücudunu şekle sokması gereken çirkin bir obje olarak görülüyor. Her tür çağda kadın güzellik anlayışı değiştirilip, kadının kendini çirkin olarak algılaması sağlanıyor. Günümüzde ideal vücut ölçülerine sahip kadına örnek olarak yaratılan Barbie kavramı, dünyanın geniş omuzlu, koca kalçalı, kısa bacaklı, geniş vücutlu normal kadınlarını kendi vücudundan nefret etmeye yöneltiyor.

    Kadınların güzelleşmek uğruna harcadıkları zaman inanılmaz diyen Greer şu örnekleri veriyor: “Bakın Demi Moore’a, günde dört saat egzersiz yapıyor, bacak dış kasları için ayrı, iç kasları için ayrı, sırt için ayrı, karın için ayrı. Tam dört saatini bu işe harcıyor. Bütün bu gayretler onu dal gibi incecik tutuyor, ama evliliğini kurtarmaya yetiyor mu?

    Estetik Ameliyatlar

    “Önceleri yalnızca burun ve göğüs alanlarıyla sınırlı olan estetik ameliyatları bugün öylesine yaygınlaştı ki, sırf İngiltere’de yılda 65.000 kozmetik amaçlı ameliyat yapılıyor. Artık kadınların her yanı değiştirilip, güzelleştiriliyor.

    Barbie Bebekler

    Günümüz kadınına kendine örnek alması gereken imaj gibi sunulan Barbie bebeklerden nefretini gizlemiyor: “25 yıl kadar önce bir Alman seks oyuncağı olan Lilli’den türetilen 20-25 cm boyundaki Barbie bebek, yerini öyle sağlamlaştırdı ki, Amerika’da 3-11 yaş arası kızların ortalama sekiz, İngilizlerin ise altı Barbie bebeği var. Her yıl 120 yeni giysisi üretilen Barbie’nin kedisi, köpeği, kuşu, mutfağı, banyosu, terası var.”

    Bu kadar geniş bir pazara sahip olan Barbie’nin üretimi de büyük bir köle ticaretini gerektiriyor. Çin’de Guangdong bölgesindeki iki dev fabrikada çalışan 11.000 kadın üretiyor Barbie’yi. 1959 yılında üretilmeye başlanan Barbie, o günden beri en gözde oyuncak statüsünü hiç kaptırmamış. Greer’in kadınlara öğüdü; “Barbie gibi bir imaj edinmeye çalışacaklarına, Barbie’yi üretirken sömürülen kız çocukları ile ilgilensinler.”

    Kadın ve Sevgi

    Baba sevgisi, eş sevgisi, çocuk sevisi konularında kadının hep karşılıksız bırakıldığını söyleyen Greer, kadının hep veren, hep fedakarlık eden olduğunu, oysa bunun karşılığını alamadığını, sonuçta da düş kırıklığına uğradığını vurguluyor. Erkeğin sevgisizliğinin kendini kadına göre üstün görmesinden kaynaklandığını, bunun ne yapılırsa yapılsın değiştirilemeyeceğini öne sürüyor. Ona göre karısına sevgi ve şefkat gösteren erkek bile, bir anlamda ya yapay davranıyordur, ya da çok sünepe, zayıf bir erkektir. Normal bir erkeğin karısına ilgi ve şefkat göstermesi mümkün değildir.

    Kadın ve Şiddet

    Greer’e göre erkekler, kadınlardan nefret ediyorlar ama kadınların bundan haberi yok. Bunun en iyi örneği, kocalarından dayak yiyen kadınlar. Erkekler zayıf kadınlara sürekli eziyet ediyorlar. İngiltere’de her üç kadından biri evinde şiddete maruz kalıyor. Dövülüyor, yumruklanıyor, boğazı sıkılıyor, ya da istemediği halde sekse zorlanıyor. Şiddet tehditler, hakaretler, aşağılamalarla da kendini gösteriyor. Az eğitimli erkekler fiziksel şiddeti tercih ederken, yüksek eğitimli erkekler aşağılamayı, hakareti tercih ediyor.

    Feminizm

    Greer’e göre “Özgür Kadın” toplumun çeşitli kurumlarının, erkek etkili kuruluş ve yönelimlerinin etkisinde kalmayan, doğallığını koruyan kadın. İkibinli yılların feminist kadınının, bedeni ve kendisi ile barışık, bedenini düşmanı değil, dostu ve müttefiki olarak algılaması gerektiğini söylüyor. “Yeni feminizm” akımının değil karaya ayak basmak, hâlâ denizlere çıkacak kara parçası aradığını söylüyor. Çünkü feminizm bir devrimse, kadınlar ona ancak hizmet edebilirler, onu yönetecek güce henüz sahip değiller.

    Çalışma Hayatında Kadın

    Feminist hareketin başarısı olarak görülen kadın boksörler, kadın polisler, kadın askerler, yönetim kurullarındaki, parlamentodaki kadınlar aslında kadınlara satılan “sahte eşitlik” ilkesinin sonucunda, erkeklerle aynı safta çalışmaya başladı kadınlar. Ve sanki savaşta gibiler. Feminizmin yapmak istediği bu değildi. Feminizmin amaçladığı belli alanlarındaki erkek egemenliğini kırmaktı. Kadınların erkeklere ait alanlarda çalışmaları onlara özgürlük değil tersine bir yük getirdi. Çalışma alanında kadınlara verilen düşük ücretler, saldırılar, haklarının yenilmesi, işe alınmamalar gibi durumlar kadına ayrı bir stres getirdi. Buna iş dışındaki yaşamın, annelik, karılık gibi yükleri de eklenince kadın yıpranmaya başladı.

    Üstelik modern yaşamın getirdiği nimetler de kadının işini hafifleteceğine, tersine yükünü daha da arttırdı. Greer, çamaşır makinelerinin bile ortadan kaldırılmasını savunuyor. Ona göre annelerimiz temizliğe daha az zaman harcarlarmış, hem de çamaşır, bulaşık makinesi kullanmadan. Çünkü yıllar boyunca temizlik standartlarındaki değişmeler, temizliğe ayrılan zamanı arttırmış. Kadınlar reklamlarda gösterilen bakteriler için ayrı, sudaki kireç için ayrı, lekeler için ayrı, beyazın beyazı için ayrı deterjanların reklamını gördükçe, temizlik hastalıkları daha da kötüleşiyor. Erkekler etraflarında ne olduğu ile ilgilenmezken, kadın tuvaletin kapağının altındaki görünmez bakterilerle, bitmez tükenmez bir savaşa giriyor.

    Kadınların Kızkardeşliği

    Greer yeni feminizmi de elden geçiriyor. Ona göre kadınların kardeşliği, eninde sonunda görünür olmak zorundaydı. Görünürlük örgütlenmeyi gerektirecek, örgütlenme lider arayışını doğuracak, bu da bireyler arasında yarışmaya yol açacaktı. Kadın özgürlük hareketinin “Baş Rahibesi” olarak bilinen Greer, bu rekabetin sonucunda feministlerin birbirlerinin kuyusunu kazmaya yöneldiklerini, bunun sonucunda farklı feminist akımlar oluştuğunu söylüyor. Kadınların kızkardeşliği kavramını kabul eden her feministin, bütün feminist akımları da kabul etmesini gerektirdiğini söyleyen Greer, bunun sonucunda her tür sınıf ve etnik gruba ait kadınların birbirine yaklaştığını da ekliyor.

    Eski feminizm kavramında yer almayan şefkat ve ilgi gibi kavramların da yeniden gözden geçirilmesini, gündeme alınmasını öğütleyen Greer, eski feminizmin kadını kadınsılıktan çıkararak erkeksi görünüme ve davranışlara ittiğini, bunun sonucunda doksanlı yıllarda android tipli düz göğüslü, erkek gibi davranan, erkek meslekdaşları ile publarda içen, küfür eden bir kadın tipinin oluştuğunu, bununsa annelik, eşlik kavramlarına ters düştüğünü, kadının kendisiyle sürekli çelişki halinde olduğunu vurgulayarak bir anlamda da kendisi ile çelişkiye düşüyor. Greer başından beri hep aynı şeyi söyledi. “Başkası gibi olmaya çalışmayın, kendiniz olun. Kendi özgür iradenizi tanıyın, kendi bildiğinizi söyleyin.” Kendisi de başından beri bunu böyle yaptı.

    kadinlar.com – 04 Ekim 2001

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 23:44 on 4 October 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Kadın,   

    Kadınlar & Eğitim 

    Bitmeyen Mücadele

    Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar, eğitim hakkını mücadele ederek aldılar; bu hak, onlardan esirgenmişti. Tanzimat dönemi ile birlikte ilk kız okulları açılmaya başladı. 1842’de Avrupa’dan getirilen ebe kadınların, Tıbbiye’ye verdikleri kurslarla başlayan kadınlara mesleki eğitim çalışmaları, 1858’de ilk kız rüştiyelerinin açılması ile yeni bir evreye girdi. Ancak kadın öğretmen yoktu ve kız çocukların erkek öğretmenlerle bir arada bulunmaları hoş karşılanmıyordu. 1860’larda ilk kız öğretmen okulları açıldı. 1869’da Yedikule’de kadınlar için mesleki eğitime yönelik ilk Kız Sanayi Mektebi açıldı. Bunu, 1878’de Üsküdar Kız Sanayi Mektebi ve 1879’da Aksaray ve Cağaloğlu Kız Sanayi Mektebleri izledi. Okulların sayısının artmasında kadınların, kız okullarının açılması, kız çocuklarının eğitim giderlerinin karşılanması taleplerini sürekli gündemde tutmasının da rolü vardı.

    1913’te Kız Rüştiyeleri altı yıllık kız okulları haline getirildi ve aynı yıl Redif Paşa Konağı’nda ilk kız lisesi açıldı. İstanbul dışında kız liselerinin açılması için 1922’yi beklemek gerekecekti. 7 Şubat 1914’te Darülfünün’un (bugünkü İstanbul Üniversitesi) Konferans Salonu’nda haftada dört gün olmak üzere kadınlara açık konferanslar verilmeye başlanıldı. Üniversiteye kadın öğrenciler 12 Eylül 1914’te alınmaya başlandı ve edebiyat, matematik, tabiat ve güzel sanatlar derslerinin verildiği İnas Darülfünunu (Kadın Üniversitesi) açıldı.

    1921’de kız öğrenciler, erkek öğrencilerin sınıflarını işgal ederek, erkeklerle birlikte derse girmeyi talep ettiler. Bu boykot sonucunda üniversitede karma eğitim başladı. Nihayet 3 Mart 1924’te Tevhidi Tedrisat Kanunu yürürlüğe girdi. Kız ve erkek öğrenciler aynı eğitim sistemi içine alındı.

    Ancak eğitim sisteminde eşitlik yönünde gerçekleştirilen bu yasal düzenlemeler, güncel yaşamda beklenen sonuçları vermedi. Kız öğrencilerin sayısı, bugün bile erkek öğrencilere oranla oldukça düşük. Ayrıca, erkeklerle aynı eğitimi alan kız mezunlar da, pratik yaşamda geleneksel ve hatta bürokratik engellerle karşılaşıyorlar. İlgili fakülte eğitimini başarıyla tamamlamış kadınların, 1989 yılına kadar kaymakam olarak atanmaması, bu engellemelerden sadece biri.

    Kaynak

    Kadın Eserleri Kütüphanesi
    2000 Ajandası

    kadinlar.com – 04 Ekim 2001

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 21:55 on 4 October 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cumhuriyet, Dinler, Kadın,   

    Kadın Özgürlüğü & Dinler 

    Tek tanrılı dinlerden çok önce, çok tanrılı dinler zamanında kadın yüceltilebileceği kadar yüceltilmişti. Kadın tanrıçaların varlığı kadının her alanda kendisini göstermesine yol açmış ve kadın savaşçılar, kadın kahramanlarla dolu bir tarih yaratılmıştı.

    Oysa tek tanrılı dinlerle birlikte kadının durumunun tam tersine dönerek alçaltılabileceği kadar alçaltıldığına tanık oluyoruz. Hz. Musa’nın (kitabı: Tevrat, Eski Ahit) dini, dişi tanrıların bulunmadığı ilk din. Tanrı erkeği kendi suretine benzeterek, kadını ise onun kaburga kemiklerinden birinden yarattığı anda eşitsizlik başlıyor. Kadının yaratılma gerekçesi bile onur kırıcı: Adem, hayvanlar arasında kendisine uygun bir yardımcı bulamadığı için yaratılmış Kadın.

    Akılsız Havva, yasak meyveyi yediği zaman, Rab Allah onunla şöyle konuşuyor:

    “Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım, ağrı ile evlat doğuracaksın ve arzun kocana olacak, o da sana hákim olacaktır.” (Tekvin)

    Burada kadının hakimi belirlenmiş durumdadır artık.

    Aziz Pavlus, Korintoslulara I. Mektup’ta şöyle diyor:

    “… Her erkeğin başı Mesih ve kadının başı erkek, ve Mesih’in başı Allah’tır.”

    Bakın bir alt kademede Aziz Augistinus tarafından bu nasıl yorumlanıyor:

    “Erkek, sen efendisin, kadın senin kölendir. Tanrı böyle istedi.”

    Hiyerarşik yapı belirlenmiş durumdadır şimdi.

    Aslında Kur’an’da kadınların lehine birçok ayet vardır, ama erkek yorumcular bunlardan değil, başka ayetlerden düşünce ve yöntem üretmişlerdir:

    “Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. İtaat dairesinden çıkmalarından korktuğunuz kadınlara nasihat edin, yatağınızı ayırın, hafifçe dövün…” (Nisa, 54)

    “Erkeklerin hakkı, onlardan bir derece fazladır.” (Bakara, 228)

    “Kadınlarınız, çocuk yetiştiren ekin tarlalarınızdır. Tarlanızı istediğiniz gibi kullanınız.” (Bakara, 228)

    Hadislerde ve ictihatlarda bu hükümler giderek ağırlaşacaktır.

    Hiyerarşik yapıda filozofları da kadınlara saldırmaktadırlar. Erasmus’a göre kadın; “bir hayvan, açıkça deli ve saçma bir hayvan”dır. Platon da kadın düşmanıdır, Nietzsche de…

    Sanatçıların, aralarında kadınlar da olmak üzere yazarların kadın düşmanlığı çarpıcıdır: “Dünyada, bir kadından daha beter bir şey olamaz, tabii başka bir kadın hariç.” (Aristophanes)

    Fakat kadınlar da artık boyun eğmiyorlar. Kilise korkutuculuğunu yitirmeye başlamış durumda. Batı’da yasalar sayesinde özgürleşmeye başlayan kadınlar, gerekli esnekleşmeyi, çağdaşlaşmayı gösteremeyen Kilise’den giderek uzaklaşıyorlar. Özde Hıristiyan kalsalar da Roma’dan giderek uzaklaşıyorlar. Kilise kadınları yitirmek istemiyorsa, değişmek zorunda.

    İslam dünyasında ise, kadınların aralarında Faslı kadınlar gibi özgürlüğü köle kalma özgürlüğü olarak anlayanlar var. Çarşaf altında güneş görmedikleri için Afganlı kadınların kemikleri eriyor.

    Ülkemizde ise, kadınlarımız Cumhuriyet’in koruyucu şemsiyesi altında. Erkeklerimiz kadın dövme yarışmasında dünya birincisi olsalar da… Türkiye’de kadınların bir kesimi kadın düşmanı libidoyu alt edip özgürleşmek, bir kesimi ise Faslılaşmak, Afganlaşmak istiyor. İki kutup aynı potada yol katetmekteler.

    Burada durup düşünüyorum, düşünürken tek tanrılı dinleri Erkek dinleri diye düşündüğümü farkediyorum.

    Kaynak: kadinlar.com – 04 Ekim 2001

     
c
Compose new post
j
Next post/Next comment
k
Previous post/Previous comment
r
Cevapla
e
Düzenle
o
Show/Hide comments
t
En üste git
l
Go to login
h
Show/Hide help
shift + esc
Vazgeç
WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın