Tagged: Cinsiyet Toggle Comment Threads | Tuş takımı kısayolları

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 16:24 on 4 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cinsiyet, ,   

    İnsan beyninde cinsiyet farkı ve transseksüellikle ilişkisi 

    Transseksüeller, çocukluk çağlarından başlayarak yanlış cinsiyette doğmuş olduklarına ilişkin güçlü duygulara sahiptirler.Transseksüelliğin mümkün psikojen ve biyolojik sebepleri uzun yıllar tartışma konusu olmuştu [1,2]. Burada, cinsel davranış için temel bölge olan bir beyin alanı [3,4], “stria terminalis”in yatak çekirdeğinin merkezi alt bölümü (BSTc) hacminin erkeklerde kadınlardan daha büyük olduğunu gösterdik. Biyolojik erkek transseksüellerde dişi hacimli BSTc bulundu. BSTc’nin hacmi yetişkinlikteki cinsiyet hormonlarından etkilenmemiştir ve cinsel yönelime de bağlı değildir. ıncelememiz, biyolojik erkek transseksüellerde bir dişi beyin yapısı olduğunu gösteren ve ‘oluşum aşamasındaki beyin ile cinsiyet hormonları arasındaki bir etkileşimin sonucu olarak cinsel kimlik oluşur’ [5,6] hipotezini doğrulayan ilk incelemedir.

    Transseksüellerin hormon seviyeleri, cinsel organları ve genetiği üzerine araştırmalar, onların durumunu açıklayan hiçbir sonuç ortaya koyamamıştır [1,2]. Deney hayvanlarında cinsel organların şeklini doğum öncesinde belirleyen cinsiyet hormonları, cinsel bakımdan ikişekillilik gösteren deney hayvanlarında beynin fonksiyonuna ve yapıya tesir eder [6,7]. Transseksüellerde beynin cinsel farklılaşması hipotezine bu açıdan bakıldığında, gövdenin cinsel farklılaşması gözlenememektedir. Birkaç yıl önce cinsiyete ilişkin çeşitli anatomik farklar ve cinsel yönelim insan hipotalamusunda gözlemlendi (bak [6]), fakat karşı cins özdeşleşmesi (transseksüellik) kavramına ilişkin şimdiye dek herhangi bir “neuroanatomical” araştırma yoktu.

    t1

    şekil 1: şemada (BST) “stria terminalis”in yatak çekirdeğinin iki alt bölümü tarama çizgileri ile belirlenmiştir. BSTc and BSTv: BST’nin merkezi ve karın alt bölümleri; III: üçüncü karıncık; AC: anterior commissure; FX: fornix; IC: internal capsule; LV: yan karıncık; NBM: nucleus basalis of Meynert; OT: optic tract; PVN: paraventricular çekirdek; SDN: cinsel olarak ikişekillilik çekirdeği; SON: supraoptic çekirdek.

    Toplanması 11 yıldan fazla süren 6 biyolojik erkek transseksüelin hipotalamusunu inceledik (T1-T6); Cinsel davranış olarak transseksüeller her iki cinsede yönlenmiş olabilir diyerek cinsel olarak ikişekilli bir beyin yapısı için araştırma yaptık, fakat beyin yapısı cinsel yönelimden etkilenmemişti. Daha önceki gözlemlerimiz paraventricular nucleus (PVN), sexually dimorphic nucleus (SDN) ve suprachiasmatic nucleus (SCN)’un bu kriteri desteklemediği yönündeydi ([6] ve yayınlanmamış bilgi). Cinsel özdeşleşme başkalaşmaları için kabul edilebilir bir hayvan modeli olmadığından, aşağıdaki sebeplerden dolayı incelemek için bir uygun aday olarak (BST) dışarı alındı. Öncelikle, BST’nin kemirgen hayvan cinsel davranışında önemli bir parça rolü oynadığı bilinir [3,4]. BST’de sadece östrojen ve androjen reseptörleri bulunmaz [8,9], aynı zamanda oluşan fare beynininde ana koku merkezidir [10]. Farede BST esas olarak amigdala’dan aldığı yansımalarla preoptic-hypoşalamic region’a kesin girdiler sağlar [11,12]. Deney hayvanlarında hypoşalamus, BST ve amygdala arasındaki karşıt bağlantılar oldukça iyi dökümante edilmiştir [13-15]. Ek olarak, cinsiyet farkları, gelişim aşamasında gonadal steroid’lerden etkilenen kemirgenlerde BST’nin hücre sayısı ve boyutlarıyla tarif edilmiştir [16-18]. Üstelik insanlarda BST’nin kısmi kuyruk parçası (BNST-dspm), erkeklerde kadınlardan 2.5 kere daha büyük olarak rapor edilmiştir [19].

    şekil 1 de BST’nin yeri gösterilmiştir. BST’nin merkezi parçası(BSTc) onun somatostatin hücreleri ve vasoactive intestinal polypeptide (VIP) canlandırması ile karakterize edilmiştir [20]. VIP canlandırması bazında BSTc’nin hacmini ölçtük.

    t2

    (şekil. 2).
    A: Heteroseksüel Erkek B: Heteroseksüel Kadın
    Eşcinsel Erkek D: Biyolojik erkek Transseksüel

    şekil 2: BSTc’ ler vasoactive intestinal polypeptide (VIP) ile görünür duruma getirilmiştir. A: heteroseksüel erkek; B: heteroseksüel kadın; C: homoseksüel erkek; D: biyolojik erkek transseksüel. Bar = 0.5 mm. LV: yan karıncık. Not: A ve B resimlerinde BST iki parça olarak görünmektedir. küçük olan (BSTm) orta altbölüm ve büyük olanı (BSTc) merkezi altbölüm

    Heteroseksüel erkeklerde BSTc hacmi (2.49 ± 0.16 mm3), heteroseksüel kadındaki BSTc hacminden (1.73 ± 0.13 mm3) %44 daha büyüktü. (P < 0.005) (şekil 3). Heteroseksüel ve homoseksüel erkeklerin BSTc hacimleri arasında istatistiksel olarak belirgin bir fark bulunmadı (2.81 ± 0.20 mm3) (P = 0.26). BSTc homoseksüel erkeklerde heteroseksüel kadınlardan %62 daha büyüktü (P < 0.005). BSTc hacimlerine AIDS etkisi görülmedi: ıki heteroseksüel AIDS’li kadın ve üç heteroseksüel AIDS’li erkekte BSTc hacmi kendi referans grupları içinde kaldı (Fig. 3). Biyolojik erkek transseksüellerde BSTc hacmi daha küçük bulundu (1.30 ± 0.23 mm3) (Fig. 3). Bu hacim, heteroseksüel erkeklerdekinin %52 si (P < 0.005), homoseksüel erkeklerdekinin ise %46 sı (P < 0.005) kadardı. Transseksüellerdeki BSTc hacmi dişi gruptakinden daha küçük olmasına rağmen bu fark istatistiksel olarak belirli bir fark değildi (P = 0.13). BSTc hacmi, incelenen referans gruplarının hiçbirinde yaşa bağlı değildi (P>0.15), averaj olarak heteroseksüel ve homoseksüel erkeklerden 10-13 yıl daha fazla yaşamış olan transeksüellerdeki küçük BSTc hacmi de bunu gösteriyor.

    Farelerdeki araştırmalar göstermiştir ki, BST gonadotrophin bırakılmasının düzenlenmesinde ve erkeksi cinsel davranışta önemli bir rol oynar [3,4,21]. ınsan cinsel davranışı üzerinde BST’nin böyle bir rolü olduğuna dair doğrudan bir kanıt yoktur. Gelişim sırasında ve yetişkinlikte cinsiyet hormonlarının beyin üstündeki etkilerinden dolayı fare beyninde nörokimyasal cinsiyet farkları olabilirliği öne sürülmüştür [22,23]. ınsanlar hakkındaki bilgilerimiz, yetişkinlikteki cinsiyet hormonu seviyelerindeki çeşitlilikten BSTc hacminin etkilenmediğini gösteriyor. Çok yüksek testesteron ve androstenedione kan seviyelerine sebep olan bir adrenal cortex tümörüne 1 yıl kadar dayanabilmiş ve 46 yaşında ölmüş bir kadının BSTc hacmi diğer kadınların dağılım bölgesi içindeydi (şekil 3: S1). Bundan başka, 70 yıldan fazla yaşamış iki (menopoza girmiş) kadın tamamen normal dişi BSTc gösterdi (şekil 3: M1, M2). Transseksüellerin tümünün öströjenlerle tedavi edilmelerinden sebeple, kanlarındaki yüksek östrojen seviyelerinden dolayı BSTc hacminin düşmesi mümkün olmuş olabilirdi. Bu olguya karşı kanıt olarak her ikiside küçük dişi benzeri BSTc’ ye sahip T2 ve T3 transseksüelleri gösterilebilir (şekil 3): Prolaktin seviyesi çok yükseldiğinden T2, ölümünden 15 ay önce hormon kullanmayı bırakmıştı. T3 ölümünden 3 ay önce tespit edilen sarcoma’dan dolayı hormon tedavisini durdurmuştu. Üstüne üstlük çok yüksek östrojen kan seviyeleri indükleyen feminize olmuş bir adrenal tümöründen muzdarip 31 yaşında ölen bir erkeğin buna rağmen BSTc’si çok büyüktü (şekil 3: S2).

    t3

    şekil 3: M: Heteroseksüel erkekler, HM: Homoseksüel erkekler, F: Heteroseksüel dişiler, TS: Transseksüeller. Altı transseksüel T1 den T6 ya numaralandı. Cinsiyet hormon seviyeleri normalin üstünde olanlar S1 den S4 e numaralandı. M1 and M2: menapozdaki kadınlar.

    Bizim sonuçlarımız, transseksüel grupta BSTc’nin dişi hacimli oluşunun, androjen bulunmayışından dolayı mı olduğunu da açıklamalıydı: T4 dışında hepsinin testisleri alınmıştı. Bunun üstüne prostat kanserinden dolayı ölümlerinden 1 ve 3 ay önce testisleri alınmış iki erkeği inceledik (S4 ve S3, söylendiği sırasıyla) ve bulduk ki, onların BSTc hacimleri normal erkek BSTc bölgesinin üst ucundaydı. Testisleri alınmamış tek transseksüelin (T4) BSTc hacmi ise transseksüel skorlarının ortasındaydı. (şekil 3). Transseksüellerin beşi yalnız testisleri alınmakla kalmamış, onların tümü antiandrogen cyproterone acetate (CPA) kullanmıştı. BSTc üzerinde bir CPA etkisi benzerliği görülmedi, çünkü T6 son 10 yılında ve T3 ölümünden önceki 2 yıllık sürede CPA almamıştı ve her ikiside özellikle bir dişi hacimli BSTc’ye sahipti.

    Özet olarak,gözlemlerimiz yetişkin cinsiyet hormon seviyelerindeki farklarla biyolojik erkek transseksüellerin küçük hacimli BSTc’lerinin açıklanmış olamayacağı, fakat cinsiyet hormonlarının bir düzenleme hareketi neticesinde gelişim sırasında tesis edildiği fikrini doğuyor, yeni doğmuş erkek farelerde gonadectomy ve dişi farelerde androgenization’un BST’nin nöron sayısında cidden belirgin değişiklikler indüklemesi ve cinsel iki şekilliği bastırmış olması bu fikri desteklemektedir [17,18].

    Hayvanlardan sağlanan bilgilerle birlikte dikkate alındığında incelememiz, “cinsel özdeşleşme başkalaşımları oluşum aşamasındaki beyin ile cinsiyet hormonları arasındaki bir etkileşimin sonucu olarak gelişebilir” hipotezini destekler [5,6]. Genetik faktörlerin doğrudan etkisi hayvan deneyleri temelinde dikkate alınmış olacaktır [24].

    Transseksüellerin cinsel yönelimleri ile BSTc hacimleri arasında onlar erkek yönelimli (T1, T6), dişi yönelimli (T2, T3, T5) ya da her ikisi (T4) olsa da olmasa da bir ilişki bulamadık. Bundan başka, heteroseksüel ve homoseksüel erkeklerin BSTc hacimleri, cinsel yönelim BSTc hacmini düşürür fikrini güçlendiren bir fark değildi. Ek olarak, erken geçiş yapan (T2, T5, T6) ve geç geçiş yapan (T1, T3) transseksüeller arasında BSTc hacimleri bakımından fark yoktu. ılginç olanı, transseksüellerdeki çok küçük BSTc hacmi çok yerel bir beyin farkı olarak görünür. Diğer üç hypoşalamic nuclei’nin (PVN, SDN, SCN) aynı kişilerde benzer değişiklikler gösterdiğini gözlemleyemedik (unpublished data). Bu nuclei’lerin tüm gelişimlerini aynı zamanda yapmamasından ya da cinsiyet hormon reseptorlerinin bulunmasına veya aromatase’ına bağlı olarak BST ve bu nuclei’ler arasında bir farktan dolayı bu böyle olabilir. Biz şimdi cinsel yönelim ve cinsiyetle beyin ilişkisini, çeşitli hipoşalamic nuclei’de cinsiyet hormon reseptorlerinin dağılımı ve aromatase aktivitesi bakımından inceliyoruz.

    MEşODS. (Bu bölümde BSTc hacminin nasıl ölçüldüğü anlatılıyor. Çok fazla teknik bilgi gerektirdiğinden Türkçe’ye çevrilmedi. Bu teknik bilgiye ilgi duyanlar zaten anlar.) Brains of 42 subjects matched for age, postmortem time and duration of formalin fixation were investigated. şe autopsy was performed following şe required permission. For immunocytochemical staining of VIP, şe paraffin sections were hydrated and rinsed in TBS (Tris-buffered-saline: 0.05 M tris, 0.9% NaCl, pH 7.6). şe sections were incubated wiş 200 µl anti-VIP (Viper, 18/9/86) 1:1000 in 0.5% triton in TBS overnight at 4° C. şe immunocytochemical and morphometric procedures were performed as described extensively elsewhere [25-27]. In brief, serial 6 m m sections of şe BSTc were studied by means of a digitizer (Calcomp 2000) connected to a HP-UX 9.0, using a Zeiss microscope equipped wiş a 2.5x objective and wiş 10x (PLAN) oculars. Staining was performed on every 50ş section wiş anti-VIP. şe rostral and caudal borders of şe BSTc were assessed by staining every 10ş section in şe area. şe volume of şe BSTc was determined by integrating all şe area measurements of şe BSTc sections şat were innervated by VIP fibres. In a pilot study, şe size of şe BSTc was measured on boş sides in eight subjects (five females and şree males) and no left-right asymmetries were observed: şe left BSTc (1.71±0.16 mm3) was comparable in size to şat of şe right BSTc (1.83±0.30 mm3) (P=0.79). No asymmetry was observed in şe BNST-dspm eişer [19]. şe rest of our study was şerefore performed on one side of şe brain only. Brain weight of şe male transsexuals (1385±75 g) was not different from şat of şe reference males (1453±25 g) (P=0.61) or şat of şe females (1256±35 g) (P=0.23). şe cause of deaş of şe six transsexuals was suicide (T1), cardiovascular disease (T2,T6), sarcoma (T3), AIDS, pneumonia, pericarditis (T4) and hepatitic failure (T5). Sexual orientation of şe subjects of şe reference group (12 men and 11 women) was generally not known, but presumably most of şem were heterosexual. Sexual orientation of nine homosexuals was registered in şe clinical records [28]. Differences among şe groups were tested two-tailed using şe Mann-Whitney U test. A 5% level of significance was used in all statistical tests.

    Acknowledgements

    We şank Mr. B. Fisser, Mr. H. Stoffels, Mr. G. van der Meulen, and Ms. T. Eikelboom and Ms. W.T.P. Verweij for şeir help, and Drs. R.M. Buijs, M.A. Corner, E. Fliers, A. Walter and F.W. van Leeuwen for şeir comments. Brain material was provided by şe Neşerlands Brain Bank (coordinator Dr. R. Ravid). şis study was supported by NWO.

    References

    Money, J. and Gaskin, Int. J. Psychiatry, 9 (1970/1971) 249.
    Gooren, L.J.G., Psychoneuroencrinology, 15 (1990) 3-14.
    Kawakami, M. and Kimura, F., Endocrinol. Jap., 21 (1974) 125-130.
    Emery, D.E. and Sachs, B.D., Physiol. Behav., 17 (1976) 803-806.
    Editorials Lancet, 338 (1991) 603-604.
    Swaab, D.F. and Hofman, M.A., TINS, 18 (1995) 264-270.
    Money, J., Schwartz, M. and Lewis, V.G., Psychoneuroendocrinology, 9 (1984) 405- 414.
    Sheridan, P.J., Endocrinology, 104 (1979) 130-136.
    Commins, D. and Yahr, D., J. Comp. Neurol., 231 (1985) 473-489.
    Jakab, R.L., Horvaş, T.L., Leranş, C., Harada, N. and Naftolin, F.J., Steroid Biochem. Molec. Biol., 44 (1993) 481-498.
    Eiden, E.L., Hökfelt, T, Brownstein, M.J. and Palkovits, M., Neuroscience, 15 (1985) 999-1013.
    De Olmos, J.S. In: Paxinos, G. (Ed.), şe Human Nervous System, Academic Press, San Diego, 1990, pp. 597-710.
    Woodhams, P.L., Roberts, G.W., Polak, J.M. and Crow, T.J., Neuroscience, 8 (1983) 677-703.
    Simerly, R.B., TINS, 13 (1990) 104-110.
    Arluison, M., et al., Brain Res. Bull., 34 (1994) 319-337.
    Bleier, R., Byne, W. and Siggelkow, I., J. Comp. Neurol., 212 (1982) 118-130.
    Del Abril, A., Segovia, S. and Guillamón, A., Dev. Brain Res., 32 (1987) 295-300.
    Guillamón, A., Segovia, S. and Del Abril, A., Dev. Brain Res., 44 (1988) 281-290.
    Allen, L.A. and Gorski, R.A., J. Comp. Neurol., 302 (1990) 697-706.
    Walter, A., Mai, J.K., Lanta, L. and Görcs, T.J., Chem. Neuroanat., 4 (1991) 281-298.
    Claro, F., Segovia, S., Guilamón, A. and Del Abril, A., Brain Res. Bull., 36 (1995) 1-10.
    Simerly, R.B. and Swanson, L.W., Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A., 84 (1987) 2087- 2091.
    De Vries, G.J., J. Neuroendocrinol., 20 (1990) 1-13.
    Pilgrim, Ch. and Reisert, I., Horm. metab. Res., 24 (1992) 353-359.
    Swaab, D.F., Zhou, J.N., Ehlhart, T. and Hofman, M.A., Brain Res., 79 (1994) 249- 259.
    Zhou, J.N., Hofman, M.A. and Swaab, D.F., Neurobiol. Aging (1995) in press.
    Zhou, J.N., Hofman, M.A. and Swaab, D.F., Brain Res. 672
    Swaab D.F. and Hofman M.A., Brain Res., 537 (1990) 141-148.

    Correspondence and requests for materials to:

    J.-N. Zhou, M.A. Hofman and D.F. Swaab
    Graduate School Neurosciences Amsterdam
    Neşerlands Institute for Brain Research
    Meibergdreef 33
    1105 AZ Amsterdam ZO
    şe Neşerlands

    L.J.G. Gooren
    Department of Endocrinology
    Free University Hospital
    1007 MB Amsterdam
    şe Neşerlands
    Email: lgooren@inter.nl.net

     

    Araştırma J.-N. Zhou, M.A. Hofman, L.J. Gooren ve D.F. Swaab tarafından yapıldı. (1997)
    Alıntı: Bu inceleme http://www.symposion.com/ijt/ijtc0106.htm adresinde ıngilizce yayınlanmıştır.
    Burada Türkçe çevirisini okuyacaksınız. Bazı teknik terimler çevirilememiştir.
    geocities.com/Wellesley/3116/brain.html
    Not: Geocities 2009’da kapandı

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 03:38 on 7 September 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cinsiyet, Cinsiyet Eşitsizliği   

    Yazılı basında cinsiyet eşitsizliği 

    Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan 2013 Yazılı Medya İstatistikleri verisine göre Türkiye’deki gazetecilerin yaklaşık yüzde 70’i erkek.
    TÜİK’in verilerine göre Kasım 2013 itibariyle, yazılı medyanın yayın, basım ve dağıtım bölümlerinde toplam çalışan sayısı 66 bin 374. Bunun 46 bin 54’ü ile yüzde 69.3’ünü erkekler oluşturuyor. Yazılı medyada çalışan toplam kadın sayısı ise 20 bin 320.

    Ayrıca TÜİK’in 2012 yılına ait verilerine göre, yazılı basında sarı basın kartlı gazetecilerin yüzde 78.22’si erkek.

    ULUSAL GAZETELER ERKEKLERE TESLİM

    Yerel ve bölgesel gazeteler hariç ulusal gazetelerin genel yayın yönetmenlerine bakıldığında, bu koltuklarda iki gazete haricinde, erkeklerin oturduğu göze çarpıyor.

    Ulusal gazeteler arasında yalnızca Taraf gazetesi (Neşe Düzel) ve Özgür Gündem gazetesinin (Eren Keskin) genel yayın yönetmenleri kadın.

    OLCAYTO: ERKEK EGEMENLİĞİ MEDYANIN DA OLMAZSA OLMAZ DİLİDİR

    Sektör temsilcileri yazılı basındaki erkek egemenliğinin basının diline de yansıdığını belirtiyor. The Wall Street Journal Türkiye’nin sorularını yanıtlayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Turgay Olcayto, TÜİK verilerinin konuşulan basın emekçilerinin sorunları için de önemli yer alan bir konuyu belgelediğini söyledi. Olcayto, “Bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden tutun devletin tüm kademelerine ve tüm kurumlarına yansıdı. Erkek egemenliği medyanın da olmazsa olmaz dilidir. Bu dili temsil eden yöneticilerin de kadın olması gazete patronları tarafından birkaç deneme hariç hiç düşünülmedi. Gazetelerde bugün sizin de belirttiğiniz gibi iki kadın genel yayın yönetmeni var” dedi.

    Olcayto, özellikle yaygın basında kadın yöneticilerin az olduğunu, ancak “yerel basında bu oran hem sahiplik hem de yöneticilik açısından sevindirici boyuta ulaştığını” söylüyor.

    Ulusal gazetelerin üst kademelerinde kadınların çok az sayıdaki varlığının, kadınların bir tercihi mi, yoksa imkan verilmemesinden mi kaynaklı olduğuna ilişkin soruya ise Olcayto şöyle yanıt verdi:

    “Kadın gazetecilerin yazılı ya da görsel basında yer almak istemediklerini düşünmüyoruz. Tersine günümüzde kadın gazeteciler arasında hem sayıca hem nitelik açısından çok bilgili ve yetenekli editörler, muhabirler ve yazarlar var. Sorun onlar istese de üst kademelerde göreve getirilme şansı onlara verilmiyor.”

    Yazılı basında çalışan kadınların sayısı, internet ve televizyonlara kıyasla çok daha az. Gazetelerde genel yayın yönetmenliği ve yazı işleri müdürlüğü gibi üst konumlarda kendine yer bulmakta sıkıntı çeken kadınlar, gazetelerin internet siteleri ya da internet haber sitelerinde kendilerine daha fazla yer bulabiliyor.

    TGC Başkanı Olcayto bunu da şöyle yorumluyor:

    “Sosyal Medya kadınlar için daha rahat bir ortam. Erkek yöneticilerin baskı uygulamadığı, mobing yapmadığı rahat bir çalışma alanı. Çoğu kadın gazeteci de kendi uzmanlık alanına göre, kendi portallarını kurararak sosyal medyada boy gösteriyor. Oysa gazetelerde her konuda olduğu gibi kadınların yetenekleri ne olursa olsun barınmaları pek olası görünmüyor. Erkek toplumunun çoğunlukta olduğu konumlarda kadınların çeşitli sorunlarla karşılaştığı bilinen gerçeklerdir. Sosyal medya tercihi bu açıdan kadınlara daha çekici gelebilir.”

    Yaygın basında erkeklerin uzun yıllardır benzer oranlarda üstünlük sağlamasına rağmen, Olcayto bu konuda umutlu görünüyor ve yıllar alacak olsa da, er ya da geç kadınların basın mesleğinde yönetim kademesine ulaşacaklarını ve şimdiden bunun küçük de olsa sinyalleri olduğunu belirtiyor.

    “YEREL GAZETELERDE ÜNİVERSİTE MEZUNU ORANI DÜŞÜK”

    TÜİK’in açıkladığı verilerde Türkiye genelindeki gazete ve dergilerin yayın bölümünde çalışan gazetecilerin sadece yüzde 56’sının 4 senelik üniversite mezunu olduğu göze çarptı. The Wall Street Journal Türkiye’ye konuşan ve verinin toplanması sırasında alan uygulamasında da çalıştığını ifade eden TÜİK yetkilisi bu oranın genellikle yerel medya çalışanlarından dolayı bu kadar düşük çıktığını öne sürdü. “Yerel medyada malesef kalifiye eleman konusunda bazı eksiklikler bulunuyor. Ancak yerel medya kuruluşları genelde maksimum 1,000 tirajlı gazetelerden oluşuyor. Bunların hazırlanmasında çok fazla kalifiye elemana ihtiyaç duyulmuyor,” şeklinde görüş bildirdi.

    YAYIN BÖLÜMÜNDEKİ GAZETECİ SAYISI AZALIYOR

    Öte yandan yazılı basının hem yayın hem de basım ve dağıtım bölümlerinde çalışan kadınların sayısındaki azalma, erkeklere kıyasla dafa fazla olsa da, yayın bölümlerinde çalışan erkeklerin sayısındaki düşüş, kadınlara kıyasla iki kat daha hızlı gerçekleşti.

    Yazılı medyanın yayın bölümlerinde çalışanların erkeklerin toplam çalışanlarına oranı yüzde 64. Gazete ve dergilerin yayın bölümünde çalışan erkek gazeteci sayısı 2012 yılında 54 bin 798’ken 2013 yılında 51 bin 843’e düştü. Yayın bölümünde çalışan kadın gazeteci sayısı ise 2012 yılındaki 18 bin 891’den 2013 yılında 18 bin 332’ye geriledi. Böylece 2012’den 2013 Kasım ayına kadar toplamda yazılı basının yayın bölümünde çalışan gazeteci sayısı 3 bin 514 azaldı.

    Gazete ve dergilerin en ağırlıklı içerik türüne göre sayısına bakıldığında kurumsal, moda, magazin ve alışveriş içerikli yayınların sayısında önceki yıla göre ciddi artış görülürken edebiyat-tarih, sanat, kültür-turizm ve bilim içerikli yayınların sayısı düştü. Bu sırada 2009 yılında ekonomi-ticaret-finans içerikli yayınların sayısı 215’ken 2013’te bunun 237’ye çıkması dikkat çekti.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 01:52 on 2 May 2007 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cinsiyet, Gender,   

    Toplumsal Cinsiyet “Gender” Kavramı 

    İnsanların genetik özelliklerinden kaynaklanan ve biyolojik işlevleri – anatomik yapılarınca belirlenen cinsiyetlerine karşın gender, kişinin cinsiyeti ile ilgili kendi öznel algısı ve deneyimi olarak tanımlanmaktadır. Gender’ın biyolojik cinsiyetin toplumun yapı ve işleyişindeki sosyal roller için yeniden biçimlendirilmesi olduğu söylenebilir.

    Her kültür kadın ve erkeğe üretildiği toplumsal pratiğin temel yapılarınca belirlenen roller vermektedir. Kültür içine doğan insan yavrusu da bu rolleri alarak /eğitilerek/ içselleştirerek büyümekte ve biyolojiden bağımsız olarak kadın ya da erkek olmaktadır. Bu bağlamda gender’ın, biyolojik cinsiyetle belirlenen dişilik ya da erkeklik yapılarının, toplum içinde hem bireyin kendi öznel algısı hem de toplumun ortak duyusu olarak yeniden anlamlandırılması ile ortaya çıktığı söylenebilir.

    Gender hem bireyin kendisini kadın ya da erkek olarak nasıl hissettiği ile hem de toplumun kadın ya da erkeğe nasıl baktığı ile ilgilidir. Gender kültürler arasında farklılıklar gösterir. Genel olarak “kadınlık” (femininity) ve “erkeklik” (masculinity) olarak tanımlanan bu özellikler her kültürde aynı özellikleri taşımazlar. Örneğin bir kültürde sevecenlik kadınlıkla ilgili bulunurken başka bir kültürde erkeklikle ilgili bir özellik olarak kabul edilebilir. Gender’la ilgili en önemli yanılsama gender’ı belirleyenin biyolojik yapı olduğu düşüncesidir. Gender kadın ya da erkeğin kültür içinde bulundukları konum ve oynadıkları rol ile ilgilidir. Gender kadın ya da erkeğin kültür içinde üretim ilişkilerine katılma biçimleri ve rolleriyle belirlenir. Başka bir deyişle kadın ya da erkeğin toplumsal pratiğe katılma biçimlerini biyolojik yapılarının değil gender’ın belirlediğini söylemek gerekir.

    Bu durumda gender’ı belirleyen etmenlerin değişimine bağlı olarak gender’ın da değişeceğini söylemek mümkündür. Gerçekten de gender’la ilgili düşünceler ve tek tek bireylerin kadınlık ya da erkeklikle ilgili algılarının değişik kültürlerde ve aynı kültür içinde, değişik zamanlarda değişim gösterdiği bilinmektedir.

    Gender ve İdeoloji

    İdeolojiyi bir insanın ya da toplumsal bir grubun zihninde egemen olan fikirler ve tasarımlar sistemi olarak tanımladığımızda ve ideolojiyi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki ilişki olarak gördüğümüzde, gender’ın ideoloji ile belirlenen ve bireyin toplumsal pratik içinde üstleneceği kadın / erkek rolünün ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini tanımlayan bir kavram olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Kadın ya da erkeğin farklı üretim ilişkileri ve farklı kültürlerde edindikleri gender kimliğinin farklı olduğu ve üretim ilişkileri değiştikçe kadın ve erkek rollerinin de değiştiği / değiştirildiği bilinen bir gerçektir.

    Bu anlamda kadın ve erkek rolleri de varolan üretim ilişkilerince belirlenmekte ve kabul ettirilmektedir. Örneğin 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’li askerler evlerine döndüklerinde savaş sırasında onlardan oluşan boşluğu doldurmak üzere çalışma yaşamına sokulan kadınları yeniden eve döndürebilmek için bilinçli bir Amerikan aile tipi dayatması yapılmış ve kadın gender’ının ev kadını, çocuklarının koruyucusu ve bakıcısı ve evin hakimi gibi özellikleri olduğu, tersine erkeklerin ev işi ve çocuk bakımında yeteneksiz olduğu propagandası yapılmıştır. O dönem ABD’sinde orta sınıf kadınının yaşamı;romantik sevgi, kucakla çocuk bezi, okul aile birliği toplantıları, aile kavgaları, sonu gelmez zayıflama rejimleri, kadınların sıkıntılarını gidermek için yapılmış TV eğlenceleri, reklamlar ve ruhsal tedavilerden ibarettir. Tıpkı şimdi bizdeki gibi. Bununla birlikte ideolojinin üretim ilişkilerindeki değişime paralel olarak hemen değiştiği ya da ideolojinin üretim ilişkilei üzerine hiç etkisinin bulunmadığını söylemek olası değildir.

    Aynı örnekten yola çıkarsak ABD’de kadınları yeniden eve gönderme çabasının çok da başarı kazanmadığı ortadadır. Bir kere çalışma yaşamına katılan kadınlar bir daha eve geri dönmemişlerdir. Bu durum süreçte 70’li yılların kadın özgürlüğü hareketini hazırlayan etmenler içinde yer almıştır. Burada dikkat edilmesi gereken ikinci nokta; bir üst yapı kavramı olan gender’ın, üretim ilişkilerinin dayatmasına hemen ve tepkisizce yanıt verdiği düşüncesinin de yanlış olduğudur. Çoğu zaman üretim ilişkilerindeki değişim gender’a dolaysızca yansımaz. Hatta bir direncin ortaya çıkacağını söylemek bile mümkündür. Çünkü gender doğumla başlayan öğretilme sürecinde öylesine içselleştirilir ki, çoğu zaman bireyler gender’la ilgili bir değişimi kadınlıklarının ya da erkekliklerinin kaybolması ya da zarar görmesi tehdidi olarak algılarlar. Bu durum karşılıklı ilişkide de geçerlidir. Gender’la belirlenen normlara uygun davranmayan bir kadın hem erkeklerin gözünde hem de diğer kadınların gözünde “kadınlık” yönünden eksik, hatalı hatta bozuk gibi görülebilir. Topluluk içinde rahatça gülen bir erkeğe “karı gibi gülme!” denir ya da girişken, dışa dönük, kavgacı bir kadına “erkek fatma” olarak yaklaşılır. Eşcinselliğe yönelik yoğun dışlayıcı, damgalayıcı tutumlar da onun gender’a yönelik bir tehdit olarak algılanmasından kaynaklanır.

    Selçuk Candansayar
    Birgün Gazetesi / Bilim sayfası / 11 Ekim 2004

    gacistanbul.org – 02 Mayıs 2007

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 17:19 on 16 October 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , , Cinsiyet   

    Cinsiyet & Beyin Fonksiyonları 

    Beyin yapısının ve fonksiyonlarının cinsiyete bağlı değişiklikler gösterdiği, özellikle son yıllarda yoğun araştırmalara konu olmuştur. Çünkü beyin morfolojisinde ve fizyolojisindeki bu farklılıklar hem kadın-erkek davranışlarında önemli farklılıkları meydana getirmekte, hem de özellikle psikiyatride pek çok hastalıkların patogenezinde ve tedavisinde önemli role sahip görünmektedir. Kadın erkek arasındaki bu morfolojik ve fizyolojik farklılıkları aşağıdaki gruplar halinde özetlemek mümkündür.

    Kadın ve Erkek Beynindeki Yapısal Farklılıklar

    Kadın erkek arasında beyin ağırlığı yönünden farklılık olduğu ve erkek beyninin kadınların beyninden ortalama % 9 daha fazla volume sahip olduğu bilinmektedir. MRI ile sağlıklı kişilerde yapılan araştırmada erkeklerin kadınlardan 91 ml. daha fazla beyin volume ve 20 ml. daha fazla beyin omurlilik sıvısı ihtiva ettikleri gösterilmiştir. Fakat beyin ağırlığını vücut ağrılığına oranladığımız zaman, kadın erkek arasındaki bu fark ortadan kalkmaktadır. Erkekler de sağ korteks daha kalın ve interhemisferlik asimetride daha belirgindir. Dişilerde ise nukleus kaudatus daha büyük, diğer bir deyimle kaudat ve hipokampus bölgelerinin total beyne oranı dişilerde daha fazladır.

    Beyin morfolojisinin cinsiyetle ilişkisini şizofrenik hastalarda araştıran Nopoulus ve ark. 40 kadın-40 erkek şizofrenik hastada yaptıkları araştırmada; şizofrenik erkeklerin ventriküler volümlerinin, normal erkeklerin ventriküler volümlerinden önemli ölçüde geniş olduğunu tespit etmişlerdir. Fakat aynı bulgu, şizofrenik kadınlar ile aynı yaşta sağlıklı kadınlar karşılaştırıldığı zaman bulunmamıştır. Kadın ve erkek beynindeki farklı morfolojik değişiklikler, beyin yaşlanmasında ortaya çıkmaktadır.

    Gar ve ark. Yaşları 18-80 arasında değişen 69 sağlıklı kişide MRI ile yaptıkları araştırmada, yaşla beyin volumunun negatif, beyin omurlilik sıvısının pozitif korelasyon gösterdiği ve erkeklerdeki yaşa bağlı beyin atrofisinin kadınlardan çok fazla olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı araştırmada beyin yaşlanmasının kadınlarda sağ ve sol hemisferde simetrik geliştiği halde, erkeklerde yaşlanmanın asimetrik olduğu ve en fazla atrofi olan bölgenin yaşlı erkeklerin sol hemisferi olduğu vurgulanmıştır.

    Bu gelişmelere bağlı olarak da, kadının yaşlılıktaki mental fonsksiyonlarının erkeklerden daha az etkilendiği ve yaşlanmanın erkeklerde sol hemisferik fonksiyonları daha fazla bozabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Agartz ve ark. nın yaptıklar MR ölçümlerinde de, 60 yaşın üstündeki erkeklerin beyindeki lateral ventriküler alanın kadınlardan daha geniş ve beyninin ise aynı yaş kadınlardan daha atrofik olduğu gösterilmiştir.

    Yaşlanan beyinde en büyük atrofinin frontal ve temporal loplarda olduğunu gösteren araştırmada da, bu iki bölgedeki atrofinin erkeklerde kadınlardan önemli ölçüde fazla olduğu vurgulanmıştır. Sonuçta yapılan çok sayıdaki araştırmalarda gösterildiği gibi, erkek beyni kadın beyninden daha hızlı yaşlanmaktadır.

    Cinsiyet ile korpus kallosum boyu arasındaki ilişkide çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Fakat bu konudaki araştırma çelişkilidir. Bazı araştırmalarda korpus kallosum kalınlığı erkeklerde daha fazla olduğu gösterildiği halde, bazı araştırmalarda kadın erkek arasında önemli bir fark tespit edilememiştir. Elster ve ark.’larının sağ elini kullanan sağlıklı 60 kadın ve 60 erkekte MR ile yaptıkları araştırmada; korpus kallosumun anteroposterior uzunluğunun erkeklerde, kadınlardan geniş olduğu ölçülmüştür.

    Allen ve Gorski de yaptıkları araştırmalarda anterior commissura ve massa intermedianın kadın ve erkekte farklılıklarını 100posmortem kadın ve erkek beyninde incelemişler ve kadınların ortalama % 53 daha geniş massa intermedia ya sahip olduklarını tespit etmişlerdir.

    Beyin Metabolizması ve Cinsiyet

    Beyin, organizmada metabolik aktif organlardan biridir. Ağırlığı vücut ağırlığının % 2’si olmasına rağmen, bazal şartlarda bir dakikada organizmanın kullandığı 25 ml 02’nin 50 ml’sini kullanır. Dakikada beyne ortalama 800 ml kan gider ve 77 mg glikoz bir dakikada kandan beyne geçer ve ATP’ye çevrilerek kullanılır. Beynin glikojen deposu yok denecek kadar azdır. Onun için hipoglisemiden en fazla etkilenen organların başında beyin gelir. Erkek ve kadın beyninde metabolizma yönünden önemli farklılıklar vardır (21).

    Yapılan araştırmalarda beyin kan akımının, erkeklerden daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Mathew ve ark. 140 sağlıklı kişide erkek ve kadın beyninde sağ hemisfer, sol hemisfer beyin kan akımlarını ölçerek karşılaştırmışlar ve her iki hemisferde de kadınların beyin kan akımı erkeklerin beyin kan akımından önemli ölçüde yüksek olduğunu bulmuşlardır (p<0.001). Bu konuda 106 sağlıklı kişide yapılan araştırmada da, frontal sentral, temporal, paryetal, oksipital kortekste beyin kan akımı ölçülerek, erkeklerin aynı beyin bölgeleri ile karşılaştırılmaları yapılmış ve bütün beyin bölgelerinde kadınların beyin kan akımının erkeklerden yüksek olduğu ve en fazla farkın frontal kortekste olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra yapılan çok çeşitli araştırmalarda da, hem total hem de bölgesel beyin kan akımı, kadınlarda erkeklerden yüksek olduğu vurgulanmıştır. Neden kadınların beyin kan akımı erkeklerden yüksektir? Bu gün bu sorunu cevabını tam olarak bilemiyoruz.

    Araştırmacılar kadınların hematokrit değerinin erkeklerden daha az olduğunu ve periferik direncin düşük olduğunu dolayısıyla, kompansasyon için kadın beyin kan akımının fazla olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat hematokrit değerleri ve kan PCO2 değerleri eşitlenen kadın ve erkek arasında aynı farkın devam etmesi, bu hipotezi çürütmüştür. Diğer ileri sürülen bir görüş de, kadın beyninin erkek beyninden % 9 daha küçük olması, dolayısıyle beyne fazla kan giderek bu farkı kompanse etmeye çalışmasıdır. Fakat kadın ve erkek beyninin vücut ağırlığına oranı arasında fark bulunmaması bu görüşü de zayıflatmıştır. Burada çok ilginç olan nokta, 38 yaşında kadın ve erkeğin beyin kan akımları arasındaki farkın, 58 yaşındaki erkek ve kadın arasında da devam etmesidir. Diğer bir deyimle yaşlanma ile kadın erkek arasındaki beyin kan akımı farkı ortadan kalkmamaktadır.

    Beyin kan akımının yanında, beyin glikoz kullanımı da kadın beyninde erkek beyninden yüksektir Baxter ve arkadaşlarının, 7 erkek 7 kadın üzerinde beyin glikoz kullanımı ölçtükleri araştırmada; kadının bütün beyninin glikoz kullanım hızının, erkekten % 19 daha fazla olduğu gösterilmiştir. Araştırıcılara göre kadın beyninin glikoz kullanım hızının erkekten fazla olması ostrojen hormonundan kaynaklanmaktadır.

    Mensturyal siklusa bağlı olarak yapılan ölçümlerde östrojen hormonunun düzeyinin en yüksek olduğu dönemde, kadın beyninin glikoz utilizasyonu en yüksektir. Kadın yaşlandığı zaman bu farkın ortadan kalkması, bu hipotezi destekler görünmektedir. Beyin glikoz kullanımının dişilerde fazla olduğu deneysel olarak da gösterilmiştir. 14C-desoksiglikoz kullanılarak sıçanların östrus siklusundaki günlerde ayrı ayrı beyin glikoz kullanımları ölçülmüş ve östrus siklusunun her basamağında, dişi sıçan beyninin glikoz kullanımı, erkek beyninden anlamlı şekilde yüksek çıkmıştır.

    Cinsiyet ve Kan-Beyin Bariyeri

    Beyin kapiller endotel hücreleri, periferik kapillerlerden farklı olarak birbirlerine tight-junction denilen sıkı bağlantılarla bağlanmış ve pinositotik aktivitede, yok denecek kadar azdır. Devamlı bir bazal membran içeren bu endotel hücreleri, kan ile beyin arasında özel bir bariyer oluştururlar. Kan beyin bariyeri permeabilitesinin artması, vazojenik beyin ödemi gelişmesine neden olduğu için, klinikte önemlidir. Fizyolojik koşullarda nöronların homeostasisini sağlayan kan-beyin bariyeri hipertansiyon, konvulziyon, iskemi gibi pek çok patolojik koşulda permeabilitesini artırır (diğer bir deyimle, kan-beyin bariyeri yıkılır) ve istenmeyen nöronal hasarlar ortaya çıkabilir. Alzheimer hastalığı, şifrozen gibi pek çok psikiyatrik bozuklukların patogenezinde de kan-beyin bariyerinin yıkılmasının önemli olduğu vurgulanmıştır. Özellikle Alzheimer hastalığında nöron ölümünden ve nöritik plak oluşumunun artmasından kan-beyin bariyerinin yıkılmasının önemli olduğunu gösteren pek çok araştırma yapılmıştır.

    Dişi ve erkekte kan-beyin bariyeri permeabilitesinin fizyolojik koşullarda farklı olduğu, sıçanlarda yapılan araştırmalarla ortaya koyulmuştur. Bu araştırmaya göre bazı sıçan türlerinde, bariyer permeabilitesi dişilerde erkeklerden daha fazladır. Daha sonra Öztaş ve ark.’larının yaptıkları araştırmalarda, bu farkın hipertansiyon, kolvulziyon gibi patolojik koşullarda da olduğu deneysel olarak gösterilmiştir.

    Aynı doz bikukullin ile oluşturulan konvulziyonlarda dişilerde daha fazla kan-beyin bariyeri yıkılmakta ve daha fazla vazojenik ödem oluşmaktadır. Patolojik koşullarda erkeklerin kan-beyin bariyeri permeabilitesi daha az yıkılmaktadır. Diğer deneysel araştırmaların çoğunda olduğu gibi kan-beyin bariyeri konusundaki araştırmalar da erkek deney hayvanlarında yapılmakta, dişideki mensturyal siklusun deneyleri bozacağı görüşü buna neden olmaktadır. Oysa dünya nüfusunun yarısı kadın, yarısı erkek ve mensturyal siklusta fizyolojik bir olay olduğuna göre erkek deney hayvanlarından elde edilen sonuçlara göre, dişileri yorumlamak pek çok bilimsel hataya neden olabilir. Çünkü, kadın ve erkek beyni kan-beyin bariyeri permeabilitesindeki farklılık gibi, pek çok yönden erkekten farklıdır. Hem fizyolojik, hem de patolojik koşulda kadın ve erkek beyninin farklı olması tedavi açısından da önemlidir.

    Kadın ve Erkek Beyninde Serotonin Metabolizması

    Serotonin (5-hidroksitriptamin-5HT) merkez sinir sisteminin en önemli nörotransmiterlerinden biridir. Beyin serotonin metabolizması, serotonin reseptörleri ve serotonin miktarları ile çeşitli hastalıklar arasında sıkı bağlantılar olduğu ileri sürülmüştür. Serotonin metabolizması ile ilgili olduğu ileri sürülen hastalıklar:

    1. Affektif hastalıklar
    2. Anksiyete
    3. Obsesif-kompulsif hastalıklar
    4. Şizofreni
    5. Uyku bozuklukları
    6. Beyin yaşlanması ve nörodejeneratif hastalıklar
    7. İlaç bağımlılığı
    8. Ağrı duyarlığı
    9. Stres hastalıkları
    10. Obesite

    Bu hastalıkları tek bir serotonin metabolizmasının bozulması ile izah etmek çok zor olmakla birlikte, serotonin beyinde miktarının değişmesinin bu hastalıkların oluşumunda çok önemli bir rol oynadığını ileri sürmek mümkündür. Bunlara ek olarak intihar ve beyin serotonin metabolizması üzerinde de pek çok araştırma yapılmış ve intihar girişiminde beyin serotonin miktarının azalmasının önemi vurgulanmıştır.

    İntihara teşebbüs eden 12 kişinin beyin omurilik sıvısı 5-HIAA miktarı 19 ng/ml bulunurken, intihara teşebbüs etmeyen 9 kişide bu miktar, 25 ng/ml olarak tespit edilmiştir. Psikiyatrik bozukluklara bu kadar yakın ilişkisi olan serotonin, kadın ve erkek beyninde farklı dağılımı olduğu gösterilmiştir.

    Aynı yaş grubunda kadın ve erkekten elde edilen beyin omurilik sıvısında, serotonin yıkım ürünü olan 5-hidroksi indolasetik asit (5-HIAA) miktarları ölçülmüş ve kadınların beyin omurilik sıvısında, 5-HIAA miktarlarının erkeklerin beyninden önemli oranda yüksek olduğu tespit edilmiştir. 176 erkek beyninden alınan beyin omurilik sıvısında S-HIAA konsantrasyonu 115+0.10 nmol/L olduğu halde, 124 kadın beyninden alınan sıvıda bu miktar 137.+0.10 nmol/L olarak ölçülmüştür. Bu fark, istatistiksel bakımdan anlamlıdır (p<0.005). Kadın ve erkek beyninde serotonin miktarlarının farklılığı yanında, serotonin sağ ve sol hemisferde farklı şekilde dağıldığı da gösterilmiştir. Postmortem yapılan araştırmada, serotonerjik mekanizmayı gösteren imipramin bağlama bölgelerinin, kadın sağ orbital frontal korteksine erkekten daha fazla olduğu gösterilmiştir. Serotonin mekanizmasının kadında hemisferler arasında asimetrik olması, sağ ve sol hemisferler arasındaki asimetride rol oynayabilir mi? Bilindiği gibi sağ hemisfer; sözel olmayan, sentetik, spasyal, algisal fonksiyonları, sol hemisfer; sözel, analitik sıralı zamana bağlı fonksiyonları üstlenmektedir. Erkeklerde kadınlara göre interhemisferik asimetri daha belirgindir. Bu asimetride kadın ve erkekteki nörotransmiter muhtevalarının farklılığı önemli rol oynayabilir.

    Diğer taraftan cinsiyet ve psikopatoloji arasında da yakın ilişki vardır. Erkekler otizm, çoçukluk davranış bozuklukları, psikopati, cinsel sapmalar, erken başlayan kronik gelişim gösteren şizofrene yatkın oldukları halde, kadınlar depresyon (nörotik ve psikiyatrik formları) özellikle unipolar depresyon, anksiyete, fobiler histeri ve aneroksiya bulimia gibi hastalıklara çok daha fazla yatkındırlar. Bu hastalıkların patogenezinde diğer nörotransmiterler yanında serotonin de önemli bir yere sahiptir.

    Kadınlarda daha fazla görülen migren türü baş ağrılarında da serotonin nörotransmiteri önemli bir yere sahiptir. Migrenin aura fazında salgılanan nörotransmiter, serebral vazokonstriksiyona ve beyin kan akımının azalmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla serotonine fizyolojik, patolojik pekçok fonksiyonları yönlendirdiği için, salınmasını artıran, azaltan, reseptörlerini bloke eden, metabolizmasını düzenleyen pek çok ilaç ile merkez sinir sistemindeki fonksiyonları regüle edilmektedir. Bu ilaçları kullanırken de kadın ve erkek beyninde serotonin muhtevasının farklı olduğunu bilmek önemli bir ipucu olarak görülmektedir.

    Serotonin kadın ve erkek beyninde farklı dağılımının yanında GABA, Dopamin, Noradrenalin, Asetilkolin gibi nörotransmiterlerin miktarı da her iki cinsin beyninde farklılık göstermektedir. Merkez sinir sisteminin en önemli inhibitör nörotransmiteri olan GABA (Gamma aminobutirik asit) erkek ve dişi beyninde farklıdır. Yapılan araştırmalarda, GABA-T aktivitesinin, erkeklerin beyninde dişilerin beyninden daha yüksek olduğu tespit eilmiştir.

    Sonuç olarak, hem fizyolojik, hem yapısal, hem de biyokimyasal yönden kadın ve erkek beyinleri arasında çok önemli farklılıklar vardır. Yapılan son araştırmalarla da bu farklılıklar daha da büyük önem kazanmaktadır. Hem fiyolojik davranışlarda, hem psikiyatrik ve nörolojik bozukluklarda bu farkı göz önüne almak son derece önemli görünmektedir.

    PROF.DR. BARİA ÖZTAŞ
    İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
    “Klinik Psikofarmakolojide Yenilikler-IV”
    “Uluslararsı Katılımlı Sempozyum”
    kadinlar.com – 15 Ekim 2001

     
c
Compose new post
j
Next post/Next comment
k
Previous post/Previous comment
r
Cevapla
e
Düzenle
o
Show/Hide comments
t
En üste git
l
Go to login
h
Show/Hide help
shift + esc
Vazgeç
WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın