Tagged: Cinsel Yönelim Toggle Comment Threads | Tuş takımı kısayolları

  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 09:14 on 11 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Cinsel Yönelim,   

    Cinsel Yönelimler ile İlgili Yanlış İnanışlar 

    Yanlış İnanış: “Eşcinsellik doğaya aykırıdır.”

    Gerçek: Tıbbi görüşün üremeye yönelik olmayan tüm cinsel davranışları, mastürbasyonu ve heteroseksüel bağlamda bile olsa üreme dışında –haz ve sevgi ifadesi gibi- amaçlarla yürütülen cinsel
    birliktelikleri, sağlıksız kabul etmesi ile eşcinselliğin doğal bulunmaması ve hastalık olarak kabulü eşzamanlıdır. “Doğaya aykırılık” iddiası, cinselliğin insan “doğa”sında sadece üremeyle sınırlı bir yeri olduğu kabulünden kaynaklanmaktadır; bu ise tıbbın uzun zaman önce terk ettiği bir yaklaşımdır. Araştırmalarda bugüne kadar orangutan, martı, penguen, kedi gibi 450 kuş ve memeli türünde eşcinsel davranışa rastlanmıştır. Eşcinsel davranışın yanı sıra, eş seçimini kendi cinsi yönünde yapan hayvan türleri ile ilgili gözlemler de mevcuttur. Eşcinsel meyve sineklerinin keşfi, son dönemde cinsel yönelimin biyolojik temeli alanındaki çalışmalarda çok önemli bir rol oynamıştır.

    Yanlış İnanış: “Eşcinsellik geçici bir hevestir, merakla başlar; sosyal olarak öğrenilir ve zamanında müdahale edilmezse alışkanlık haline gelir.”

    Gerçek: Ergenlik döneminde cinsel ilgide artış ve bedensel değişikliklerin belirmesiyle, cinsellikle ilgili merakta artış olur; bu da çeşitli denemelere yol açabilir. Erkek ve kadınlarda, bu dönemde
    kendi cinsiyle değişen ölçülerde cinsel paylaşım seyrek görülen bir durum değildir. Yapılan çalışmalar, hemcinsle yaşanılan bu deneyimlerin yaşla giderek azalan sıklıkta devam ettiğini göstermekte, erişkin dönemde cinsel yönelimle ilişkisi olmadığını göstermektedir. Bu dönemde heteroseksüel birliktelik denemeleri olan eşcinseller olduğu gibi, eşcinsel deneyimleri olan heteroseksüeller de vardır. Başka bir deyişle ergenlikte eşcinsel davranışta bulunmak için, kişinin eşcinsel yönelimi olması gerekmemektedir. Eşcinsel deneyimin zamanla alışkanlık haline geldiği savı, eşcinsel yönelimin öğrenmeyle geliştiği iddialarına dayanır. Bu görüşü savunanlar, eşcinsel deneyime eşlik eden hazzın, bu davranışı  pekiştirdiğini ve sürmesini sağladığını öne sürmüş; eşcinsel fantezilerle tiksinme ve hoş olmayan duyumları koşullayarak cinsel yönelimi değiştirmeye çalışmışlardır. Geçmişte bu amaçla elektrik şoku ve bulantıya neden olması nedeniyle apomorfin enjeksiyonu yapılması gibi yöntemler kullanan çalışmalar yapılmıştır. Günümüzde etik olarak uygulanması mümkün olmayan bu çalışmalara katılanların cinsel yönelimleriyle ilgili bir değişimden çok, yıllar süren ve tedavi gerektirebilecek şiddette ruhsal ve bedensel örselenmeler yaşadıkları daha sonra yapılan gözden geçirmelerle ortaya konmuştur. Ne heteroseksüellik, ne de eşcinsellik öğrenilen bir özelliktir. Hangi yönelimde olursa olsun, cinsel deneyimle yaşanılan haz, bağımlılık yapan maddelere benzer şekilde bir alışkanlığa neden olmamaktadır.

    Yanlış İnanış:Gay ve biseksüel erkekler çocukları cinsel yönden istismar etmeye daha meyillidirler.”

    Gerçek: Erkek çocuklarını hedef alan erkek pedofiller erişkin erkelerle romantik, sevgiye dayalı, duygusal ve seksüel ilişkilerle ilgilenmezler; çünkü onların arzu duydukları bir çeşit parafilidir, eşcinsel yönelim değildir. Eşcinseller tıpkı heteroseksüel bireyler gibi önlerine gelen her insanla cinsel birliktelik arayışı içinde değillerdir. Çocukları cinsel istismara eğilimli olan bireyler her cinsel yönelimden olabilir. Bu kişilerin daha büyük çoğunluğunun eşcinsel olduğuna ilişkin bir bilgi yoktur.

    Yanlış İnanış: “Homoseksüellik erken beyin gelişim problemlerinin ya da doğum ertesindeki belirli yetiştirme tarzlarının sonucudur.”

    Gerçek: Kimse kesin olarak neden bazı insanların LGB olduğunu ve diğerlerinin olmadığını bilemez. Pek çok araştırmacı tek bir etmenden kaynaklanamayacağına inanır. Bu; sosyal, psikolojik ve
    biyolojik etmenlerin sonucudur. Son yıllardaki literatürler genetiğe işaret eder; araştırmalar cinsel yönelimin doğum öncesi şekillendiğini gösterir. Pek çok bilim otoritesi; homoseksüelliğin yaşam biçimi seçimi olmadığını, bunun insanlığın doğal bir varyantı olduğunu kabul eder.  Güçlü anne, zayıf baba miti, çocuğun cinsel yönelimi üzerinde etkili olduğu kanıtlanmış bir gerçek değil, eşcinselliği açıklamak için psikanalizin erken döneminden kalma, halen psikanaliz çevrelerinde yaygın kabul görmeyen bir iddiadır. Yapılan çalışmalar tek tip eşcinsel yoktur görüşünü tek tip eşcinsel ailesi yoktur bulgusu ile desteklemiştir.

    Yanlış İnanış: “AIDS bir gey hastalığıdır.”

    Gerçek: HIV enfeksiyonu ve bu enfeksiyona bağlı olarak zaman içinde gelişen ciddi bir bağışıklık yetmezliği sendromu olan AIDS; her cinsel yönelim, her cinsel kimlik, her cinsiyet, yaş ve ırktan insanda görülebilir. HIV enfeksiyonu ile eşcinsellik arasında doğrudan bir ilişki olmadığını biliyoruz. Bu enfeksiyon çeşitli yollarla herkese bulaşabilir, neden olduğu klinik belirtiler de cinsel yönelime göre farklılık göstermez. Cinsel ilişkide cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için önerilenler, eşcinsel, biseksüel, heteroseksüel ve trans bireyler için farklı değildir. Bulaşma riskini belirleyen kim olduğunuz değil, nasıl davrandığınızdır. Güvenli seks uygulamalarını sergilemeyen her bireyde risk yükselecektir. Bu nedenle bu enfeksiyonla mücadelede risk grupları değil riskli davranışlar vurgulanmaktadır. Eşcinsellerin riskli grup olduğu iddiası, heteroseksüellerin gerçekçi olmayan şekilde kendine güvenip korunmamasına neden olabilmektedir. Uzun süredir enfeksiyonun yaygınlığı ile ilgili veriler, yıllar içinde yaygınlığın artış hızının heteroseksüellerde eşcinsellerden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Geylerin daha yüksek riskli varsayılmasının sebeplerinden biri de anal ilişkidir. Anal ilişki vajinal ilişkiden, o da oral seksten daha riskli olabilmektedir. Ancak bu sıralama korunmasız, prezervatif kullanılmayan ilişkiler için geçerlidir. Daha da önemlisi, anal ilişki sadece eşcinsellerin tercih ettikleri bir ilişki değildir ve tüm eşcinseller anal ilişkiye girmezler.

    Türk Tabipleri Birliği: Hekimliler için LGBTİ Sağlığı

    lgbti_sagligi.pdf erişimi için tıklayın

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 07:04 on 7 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cinsel Yönelim,   

    Cinsiyet Kimliği 

    Cinsiyet Kimliği nedir?

    Temel hatları ile açıklanacak olursa, cinsiyet kimliği oğlan veya kız, erkek ya da kadın olmadır. Cinsiyet kimliği,kültürümüzün herhangi bir cinsiyete ait olma durumunda bireyden beklediği nitelik veya karakterdir.

    Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farklı mıdır?

    Türkçe’de sex ve gender terimlerini karşılayan tek bir kelime vardır: cinsiyet. Fakat İngilizce’de sex ve gender kelimeleri farklı anlamlar taşıyor olmalarına rağmen günlük hayatta bir birlerinin yerine kullanılır. Fakat sex(cinsiyet) anlamlı kullanımında yani bireyin erkek veya kadın oluşuna biyolojik anlamına vurgu vardır. Gender(toplumsal cinsiyet) olarak kullanımında ise daha çok bireyin nasıl yaşadığına vurgu yapılır: kadın veya erkek olma durumu.

    Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet her zaman uyumlu mu?

    Hayır. Genel anlamı ile tarif edildiğinde “transgender”, biyolojik cinsiyetinden farklı bir toplumsal cinsiyet yaşamı süren(temsil eden) bireyi tarif eder. Örneğin; kadın gibi yaşayan bir erkek transgender olarak kabul edilecektir. Transgender kelimesi Travestite, transeksüel ve drag king/queen kelimeleri için bir çatı terimdir.

    Cinsiyet kimliği karmaşası nedir?

    Cinsiyet kimliği karmaşası bireyin sahip olduğu biyolojik cinsiyeti hakkında olumsuz görüşlere sahip olması, ve biyolojik cinsiyeti ile toplumsal cinsiyetinin uyuşmadığını düşündüğü durumlarda ortaya çıkar. Toplumsal Cinsiyet husursuzluğu, veya doğuştan sahip olunan biyolojik cinsiyetten dolayı bireyin toplumsal cinsiyetinden rahatsız olması bunun koşullarıdır. Cinsiyet kimliği karmaşası yaşayan bireyler genellikle kendilerini yanlış beden içerisinde yaşıyor olarak tarif ederler.

    Cinsiyet Değiştirme veya Cinsiyet Geçişi nedir?

    Cinsiyet değiştirme “Cinsiyet geçişi” bireyin toplumsal cinsiyetini biyolojik cinsiyeti ile uyumlu hale getirdiği bir süreçtir.Bu süreç genellikle kişisel, sosyal ve medikal yönleri gerektirmektedir. En önemli olanı ameliyat, genellikle cinsiyet değiştirme “Cinsiyet geçişi” ameliyatı olarak isimlendirilir ve bireyin cinsel organlarının erkekten kadına veya kadından erkeğe dönüştürülmesidir. Bu ameliyat göğüs bölgesi ve diğer bölgelerin değişimini kapsayabilir.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 06:41 on 7 October 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Cinsel Yönelim   

    AB’de Cinsel Yönelim 

    Cinsel yönelim kavramı hukuki metinlerde standart bir açıklamadır. Cinsel yönelim ayrımcılığı genellikle insan hakları konusu olarak görülür; kendi başına hiç kullanılmasa da ırksal, etnik ve cinsel bazlı ayrımcılık kavramları çerçevesinde belirtilmiştir.

    Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmede belirtilen diğer temel insan haklarını koruyan maddeler genellikle ana referans noktasını oluşturur. “Cinsel yönelim” kavramı bu sözleşmede açıkça belirtilmese de AB bu konuda çok yol kat etmiştir. Üye ve aday ülkeler üzerinde Avrupa’nın iki yasama organı kritik öneme sahiptir: Avrupa Birliği (Konsey ve Parlamento) ve Avrupa Konseyi (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi).

    Avrupa Birliği

    AB’yi oluşturan anlaşmalar, cinsel yönelime karşı ayrımcılıkla savaşmada AB’yi etkin kılmak amacıyla Amsterdam Anlaşmasıyla yeniden düzenlenmiştir. 1 Mayıs 1999 günü 13. madde yürürlüğe girmiştir: “Konsey, Komisyonun teklifi üzerine ve Avrupa Parlamentosuyla istişare içinde cinsiyet, ırk ve etnik köken, dini inanç, yaş ve cinsel yönelime ilişkin yapılan her türlü ayrımcılığa karşı harekete geçebilir.”

    Bu anlaşma şimdiye kadar cinsel yönelim kavramından bahseden ve koruyucu önlem alan ilk uluslararası anlaşmadır.

    2000 yılında Konsey, işe almada her türlü dini inanç, engellilik, yaş ve cinsel yönelim bazlı ayrımcılığı yasaklayan ve istihdamda eşit muameleyi öngören genel bir Çerçeve Planı’nı (2000/78/EC 27 Kasım 2000) benimsemiştir. Bu Çerçeve Planı üye ülkeleri yasal olarak bağlarken, aday ülkelerin de Birliğe katılmadan önce yasal düzenlemelerini yürürlüğe koymalarını zorunlu kılmaktadır. AB İnsan Hakları Sözleşmesi, AB’nin temel insan haklarını oluşturmaktadır ve 2000 yılının Aralık ayında Nice’de imzalanmıştır. Bu sözleşme, bağlayıcı bir metin değildir ama AB’nin insan haklarına bakışını ele alması bakımından önemlidir. Açıkça ifade edilen ayrımcılık karşıtı 21. maddenin birinci fıkrası lezbiyen, gey,biseksüel, trans ve interseksüeller için önemlidir: “Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, doğum, yaş veya cinsel yönelim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması yasaktır.”

    Avrupa Parlamentosu insan hakları ve cinsel yönelim hakkında bağlayıcı olmayan birçok yasa çıkarmıştır. İlki 1984’te çıkan yasa, cinsel yönelim temelli işten çıkarmaya son veren bir yasa özelliği taşır. 1999’da Komisyon’dan “üyelik müzakerelerinde eşcinsellere karşı ayrımcılığın yapılıp yapılmadığına ilişkin soru sorulması” istenmiştir.

    Avrupa Birliği genişleme sürecinde de 1998 yılında Parlamento bir yasa geçirerek “LGBTİ insan haklarını yasama ve yürütme yoluyla ihlal eden ülkelerin üyeliğe alınmasına itiraz edileceği” belirtmiştir.

    Ocak 2006’da Parlamento, homofobi üzerine bir yasa geçirerek; Avrupa Birliği üye ve aday devletlerin ve Avrupa Birliği kurumlarının cinsel yönelim temelli ayrımcılığa son vermesini,homofobi ve transfobiyi kınayan yasalar çıkarmasını teşvik etmiştir.

    AB genelindeki güncel gelişmeleri ILGA-Europe`un websitesinden takip edebilirsiniz.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 02:35 on 7 September 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: Cinsel Yönelim,   

    Eşcinsellik Hastalık Değil Cinsel Yönelimdir 

    KKTC’de ilk kez Girne Amerikan Üniversitesi Kıbrıs Yerleşkesi Karmi Kampüs’te “İçimizdeki Sınırları Aşmak” ana teması ile düzenlenen 16. Ulusal Psikoloji Öğrenciler Kongresinde “Eşcinsel Ergenler ve Ailenin Sırları ve Sınırları” konulu sunum gerçekleşti.

    Eşcinelliğin bir hastalık olmadığını yönelim farklılığı olduğunu belirten Prof. Dr. Şahika Yüksel, Dünya Sağlık Örgütünün cinsellik tanımında ifade edildiği gibi eşcinselliğin biseksüellik ve heteroseksüellik gibi insanda tanımlanan 3 yönelimden biri olduğunu ifade etti.

    Biseksüelliğin karşıt cinsel olmak gibi çok erken yaşlarda belşirlendiğinin altını çizen Prof. Dr. Yüksel, biseksüelliğin bireyin kendi isteği ile seçtiği bir özellik olmadığını vurguladı. Kişinin cinsel kimliğini keşfetmesinin zamanla olduğuna değinen Prof. Dr. Yüksel, sürecin ergenlik öncesi dönemde başlayarak ergenlik döneminde devam ettiğini belirtti.

    Kişilerin cinsel tercihlerini özgürce ifade edebilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yüksel, toplum ve kültürel baskıdan dolayı kişilerin toplum tarafından onay verilen rolleri sergilediklerine işaret ederek eşcinselliğin bir hastalık olmadığını yönelim farklılığı olduğunu vurguladı.

    Kişilerin yetiştikleri ve yaşadıkları kültürün ve toplumun doğrularına göre eşcinsellik ile ilgili düşünce ve duyguların bastırıldığını belirten Prof. Dr. Yüksel, ailelerin bu noktada eşcinselliği bir tabu ve açıklanmaması gereken bir sır olarak gördüğünü ifade etti. Toplum ve kültürün kişinin ve ailenin etrafında birtakım sınırlar oluşturduğuna da işaret eden Prof. Dr. Yüksel, gençlerin cinsel ilgisinin arttığı dönem olarak ergenliğin kırılganlık riskinin yoğun olduğu bir dönem olduğuna dikkat çekti.

    Toplumsal baskı ve dışlanma nedeniyle gençlerin kendilerini keşfetme ve tanıma devresinde cinsel ilgilerinin akranlarından farklı olduğunu keşfetmelerinin sancılı bir süreç olduğu belirten Prof. Dr. Yüksel, toplumda egemen olan homofobiden dolayı ebeveynlerin kuşkularını yakınları ve uzmanlar ile paylaşamadığını belirtti.

    Ailelerin eşcinselliği bir hastalık olarak değil cinsel yönelim farklılığı olarak algılamaları gerektiğinin de altını çizen Prof. Dr. Yüksel, toplumsal baskı ve dışlanma kaygısının aileler etrafında sınırlar çizdiğini belirterek söz konusu süreçlerin ergenlik döneminde görülen farklı cinsel yönelimlerin sır olarak kalmasına neden olduğunu vurguladı.

    Kişilik gelişimi, cinsellik, cinsel farklılıklar, ergenlik ve yaşlılık sorunları, terapide etik sorunlar gibi çeşitli konularda 100’e yakın bilimsel sunumun yapıldığı kongre, GAÜ Kıbrıs Yerleşkesi Karmi Kampüs Uluslararası Kongre Merkezinde düzenlenecek değerlendirme ve kapanış oturumu ile sona erecek.

    Kıbrıs Postası

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 11:52 on 30 January 2014 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Cinsel Yönelim,   

    Cinsel Yönelim Nedir? 

    Amerikan Psikologlar Birliği’ne göre. . .

    Cinsel yönelim, erkekler, kadınlar veya her iki cinsiyet için kalıcı bir duygusal, romantik ve / veya cinsel uyarılma paterni anlamına gelir. Cinsel yönelim, aynı zamanda bu ilgi çekici yerlere, ilgili davranışlara dayanan bir kişinin kimliğini ve başkalarının topluluğuna üye olmayı ifade eder. Birkaç on yıl boyunca yapılan araştırmalar, cinsel yönelimin, özel çekiciliğinden diğer cinsiyete, özel çekiciliğine ve aynı cinsiyetten cinsel ilişkiye kadar sürdüğünü göstermiştir. Bununla birlikte, cinsel yönelim genellikle üç kategori olarak tartışılır: heteroseksüel (diğer cinsiyet üyelerine duygusal, romantik, ya da cinsellik çekicilikleri olan), eşcinsel / lezbiyen (bir kişinin ownsex üyelerine duygusal, romantik, ya da cinsellik çekimleri olan) ve biseksüel hem kadınlara hem erkeklere duygusal, romantik veya cinsel çekicilikte olan) .Bu dünyadaki çeşitli kültür ve uluslarda bu tür davranışlar ve atraksiyonlar tanımlanmıştır. Birçok kültür, bu cazibe merkezlerini ifade eden insanları tanımlamak için özdeşlik etiketleri kullanır. Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık kullanılan etiketler lezbiyenler (kadınlara çeken kadınlar), eşcinsel erkekler (erkeklere çeken erkekler) ve biseksüel insanlardır (erkekler ya da kadınlar kızak cinsiyetlerini çekmiştir). Bununla birlikte, bazı insanlar farklı etiketler kullanabilir veya hiç kullanmazlar. Cinsel yönelim, biyolojik cinsiyet (anatomik, fizyolojik) dahil olmak üzere, cinsiyet ve cinsiyetin diğer bileşenlerinden farklıdır.

    ve erkek ya da kadın olmakla ilişkili genetik özellikler, cinsiyet kimliği (erkek ya da kadın olmanın psikolojik anlamı), * ve toplumsal cinsiyet rolü (kadınsı ve erkeksi davranışı tanımlayan kültürel normlar). biyolojik cinsiyet, cinsiyet kimliği veya yaş gibi bir birey. Bu perspektif eksik çünkü cinsel oryantasyon başkaları ile ilişkiler açısından tanımlanıyor. İnsanlar cinsel oryantasyonlarını, elleri öpüşmek gibi basit eylemler de dahil olmak üzere, diğerleri ile olan davranışlarıyla ifade ederler. Bu nedenle cinsel yönelim, sevgi, bağlanma ve yakınlık için derinden ihtiyaç duyduğunu hissettiren samimi kişisel ilişkilerle yakından ilişkilidir. Cinsel davranışlara ek olarak, bu bağlar, ortaklar arasında cinsel olmayan cinsel dürtü, paylaşılan hedefler ve değerler, karşılıklı destek ve devam eden taahhüt içerir. Bu nedenle, cinsel yönelim yalnızca bireyin içindeki kişisel bir özellik değildir. Daha ziyade, birinin cinsel yönelimi, kişisel kimliğe bağlı kişilerin temel bir bileşeni olan tatmin edici ve doyurucu ilişkileri bulması muhtemel olan insan grubunu tanımlar.

     
  • Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

    lezbiyengaybiseksuel 17:19 on 16 October 2001 Kalıcı Bağlantı | Cevapla
    Tags: , Cinsel Yönelim,   

    Cinsiyet & Beyin Fonksiyonları 

    Beyin yapısının ve fonksiyonlarının cinsiyete bağlı değişiklikler gösterdiği, özellikle son yıllarda yoğun araştırmalara konu olmuştur. Çünkü beyin morfolojisinde ve fizyolojisindeki bu farklılıklar hem kadın-erkek davranışlarında önemli farklılıkları meydana getirmekte, hem de özellikle psikiyatride pek çok hastalıkların patogenezinde ve tedavisinde önemli role sahip görünmektedir. Kadın erkek arasındaki bu morfolojik ve fizyolojik farklılıkları aşağıdaki gruplar halinde özetlemek mümkündür.

    Kadın ve Erkek Beynindeki Yapısal Farklılıklar

    Kadın erkek arasında beyin ağırlığı yönünden farklılık olduğu ve erkek beyninin kadınların beyninden ortalama % 9 daha fazla volume sahip olduğu bilinmektedir. MRI ile sağlıklı kişilerde yapılan araştırmada erkeklerin kadınlardan 91 ml. daha fazla beyin volume ve 20 ml. daha fazla beyin omurlilik sıvısı ihtiva ettikleri gösterilmiştir. Fakat beyin ağırlığını vücut ağrılığına oranladığımız zaman, kadın erkek arasındaki bu fark ortadan kalkmaktadır. Erkekler de sağ korteks daha kalın ve interhemisferlik asimetride daha belirgindir. Dişilerde ise nukleus kaudatus daha büyük, diğer bir deyimle kaudat ve hipokampus bölgelerinin total beyne oranı dişilerde daha fazladır.

    Beyin morfolojisinin cinsiyetle ilişkisini şizofrenik hastalarda araştıran Nopoulus ve ark. 40 kadın-40 erkek şizofrenik hastada yaptıkları araştırmada; şizofrenik erkeklerin ventriküler volümlerinin, normal erkeklerin ventriküler volümlerinden önemli ölçüde geniş olduğunu tespit etmişlerdir. Fakat aynı bulgu, şizofrenik kadınlar ile aynı yaşta sağlıklı kadınlar karşılaştırıldığı zaman bulunmamıştır. Kadın ve erkek beynindeki farklı morfolojik değişiklikler, beyin yaşlanmasında ortaya çıkmaktadır.

    Gar ve ark. Yaşları 18-80 arasında değişen 69 sağlıklı kişide MRI ile yaptıkları araştırmada, yaşla beyin volumunun negatif, beyin omurlilik sıvısının pozitif korelasyon gösterdiği ve erkeklerdeki yaşa bağlı beyin atrofisinin kadınlardan çok fazla olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı araştırmada beyin yaşlanmasının kadınlarda sağ ve sol hemisferde simetrik geliştiği halde, erkeklerde yaşlanmanın asimetrik olduğu ve en fazla atrofi olan bölgenin yaşlı erkeklerin sol hemisferi olduğu vurgulanmıştır.

    Bu gelişmelere bağlı olarak da, kadının yaşlılıktaki mental fonsksiyonlarının erkeklerden daha az etkilendiği ve yaşlanmanın erkeklerde sol hemisferik fonksiyonları daha fazla bozabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Agartz ve ark. nın yaptıklar MR ölçümlerinde de, 60 yaşın üstündeki erkeklerin beyindeki lateral ventriküler alanın kadınlardan daha geniş ve beyninin ise aynı yaş kadınlardan daha atrofik olduğu gösterilmiştir.

    Yaşlanan beyinde en büyük atrofinin frontal ve temporal loplarda olduğunu gösteren araştırmada da, bu iki bölgedeki atrofinin erkeklerde kadınlardan önemli ölçüde fazla olduğu vurgulanmıştır. Sonuçta yapılan çok sayıdaki araştırmalarda gösterildiği gibi, erkek beyni kadın beyninden daha hızlı yaşlanmaktadır.

    Cinsiyet ile korpus kallosum boyu arasındaki ilişkide çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Fakat bu konudaki araştırma çelişkilidir. Bazı araştırmalarda korpus kallosum kalınlığı erkeklerde daha fazla olduğu gösterildiği halde, bazı araştırmalarda kadın erkek arasında önemli bir fark tespit edilememiştir. Elster ve ark.’larının sağ elini kullanan sağlıklı 60 kadın ve 60 erkekte MR ile yaptıkları araştırmada; korpus kallosumun anteroposterior uzunluğunun erkeklerde, kadınlardan geniş olduğu ölçülmüştür.

    Allen ve Gorski de yaptıkları araştırmalarda anterior commissura ve massa intermedianın kadın ve erkekte farklılıklarını 100posmortem kadın ve erkek beyninde incelemişler ve kadınların ortalama % 53 daha geniş massa intermedia ya sahip olduklarını tespit etmişlerdir.

    Beyin Metabolizması ve Cinsiyet

    Beyin, organizmada metabolik aktif organlardan biridir. Ağırlığı vücut ağırlığının % 2’si olmasına rağmen, bazal şartlarda bir dakikada organizmanın kullandığı 25 ml 02’nin 50 ml’sini kullanır. Dakikada beyne ortalama 800 ml kan gider ve 77 mg glikoz bir dakikada kandan beyne geçer ve ATP’ye çevrilerek kullanılır. Beynin glikojen deposu yok denecek kadar azdır. Onun için hipoglisemiden en fazla etkilenen organların başında beyin gelir. Erkek ve kadın beyninde metabolizma yönünden önemli farklılıklar vardır (21).

    Yapılan araştırmalarda beyin kan akımının, erkeklerden daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Mathew ve ark. 140 sağlıklı kişide erkek ve kadın beyninde sağ hemisfer, sol hemisfer beyin kan akımlarını ölçerek karşılaştırmışlar ve her iki hemisferde de kadınların beyin kan akımı erkeklerin beyin kan akımından önemli ölçüde yüksek olduğunu bulmuşlardır (p<0.001). Bu konuda 106 sağlıklı kişide yapılan araştırmada da, frontal sentral, temporal, paryetal, oksipital kortekste beyin kan akımı ölçülerek, erkeklerin aynı beyin bölgeleri ile karşılaştırılmaları yapılmış ve bütün beyin bölgelerinde kadınların beyin kan akımının erkeklerden yüksek olduğu ve en fazla farkın frontal kortekste olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra yapılan çok çeşitli araştırmalarda da, hem total hem de bölgesel beyin kan akımı, kadınlarda erkeklerden yüksek olduğu vurgulanmıştır. Neden kadınların beyin kan akımı erkeklerden yüksektir? Bu gün bu sorunu cevabını tam olarak bilemiyoruz.

    Araştırmacılar kadınların hematokrit değerinin erkeklerden daha az olduğunu ve periferik direncin düşük olduğunu dolayısıyla, kompansasyon için kadın beyin kan akımının fazla olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat hematokrit değerleri ve kan PCO2 değerleri eşitlenen kadın ve erkek arasında aynı farkın devam etmesi, bu hipotezi çürütmüştür. Diğer ileri sürülen bir görüş de, kadın beyninin erkek beyninden % 9 daha küçük olması, dolayısıyle beyne fazla kan giderek bu farkı kompanse etmeye çalışmasıdır. Fakat kadın ve erkek beyninin vücut ağırlığına oranı arasında fark bulunmaması bu görüşü de zayıflatmıştır. Burada çok ilginç olan nokta, 38 yaşında kadın ve erkeğin beyin kan akımları arasındaki farkın, 58 yaşındaki erkek ve kadın arasında da devam etmesidir. Diğer bir deyimle yaşlanma ile kadın erkek arasındaki beyin kan akımı farkı ortadan kalkmamaktadır.

    Beyin kan akımının yanında, beyin glikoz kullanımı da kadın beyninde erkek beyninden yüksektir Baxter ve arkadaşlarının, 7 erkek 7 kadın üzerinde beyin glikoz kullanımı ölçtükleri araştırmada; kadının bütün beyninin glikoz kullanım hızının, erkekten % 19 daha fazla olduğu gösterilmiştir. Araştırıcılara göre kadın beyninin glikoz kullanım hızının erkekten fazla olması ostrojen hormonundan kaynaklanmaktadır.

    Mensturyal siklusa bağlı olarak yapılan ölçümlerde östrojen hormonunun düzeyinin en yüksek olduğu dönemde, kadın beyninin glikoz utilizasyonu en yüksektir. Kadın yaşlandığı zaman bu farkın ortadan kalkması, bu hipotezi destekler görünmektedir. Beyin glikoz kullanımının dişilerde fazla olduğu deneysel olarak da gösterilmiştir. 14C-desoksiglikoz kullanılarak sıçanların östrus siklusundaki günlerde ayrı ayrı beyin glikoz kullanımları ölçülmüş ve östrus siklusunun her basamağında, dişi sıçan beyninin glikoz kullanımı, erkek beyninden anlamlı şekilde yüksek çıkmıştır.

    Cinsiyet ve Kan-Beyin Bariyeri

    Beyin kapiller endotel hücreleri, periferik kapillerlerden farklı olarak birbirlerine tight-junction denilen sıkı bağlantılarla bağlanmış ve pinositotik aktivitede, yok denecek kadar azdır. Devamlı bir bazal membran içeren bu endotel hücreleri, kan ile beyin arasında özel bir bariyer oluştururlar. Kan beyin bariyeri permeabilitesinin artması, vazojenik beyin ödemi gelişmesine neden olduğu için, klinikte önemlidir. Fizyolojik koşullarda nöronların homeostasisini sağlayan kan-beyin bariyeri hipertansiyon, konvulziyon, iskemi gibi pek çok patolojik koşulda permeabilitesini artırır (diğer bir deyimle, kan-beyin bariyeri yıkılır) ve istenmeyen nöronal hasarlar ortaya çıkabilir. Alzheimer hastalığı, şifrozen gibi pek çok psikiyatrik bozuklukların patogenezinde de kan-beyin bariyerinin yıkılmasının önemli olduğu vurgulanmıştır. Özellikle Alzheimer hastalığında nöron ölümünden ve nöritik plak oluşumunun artmasından kan-beyin bariyerinin yıkılmasının önemli olduğunu gösteren pek çok araştırma yapılmıştır.

    Dişi ve erkekte kan-beyin bariyeri permeabilitesinin fizyolojik koşullarda farklı olduğu, sıçanlarda yapılan araştırmalarla ortaya koyulmuştur. Bu araştırmaya göre bazı sıçan türlerinde, bariyer permeabilitesi dişilerde erkeklerden daha fazladır. Daha sonra Öztaş ve ark.’larının yaptıkları araştırmalarda, bu farkın hipertansiyon, kolvulziyon gibi patolojik koşullarda da olduğu deneysel olarak gösterilmiştir.

    Aynı doz bikukullin ile oluşturulan konvulziyonlarda dişilerde daha fazla kan-beyin bariyeri yıkılmakta ve daha fazla vazojenik ödem oluşmaktadır. Patolojik koşullarda erkeklerin kan-beyin bariyeri permeabilitesi daha az yıkılmaktadır. Diğer deneysel araştırmaların çoğunda olduğu gibi kan-beyin bariyeri konusundaki araştırmalar da erkek deney hayvanlarında yapılmakta, dişideki mensturyal siklusun deneyleri bozacağı görüşü buna neden olmaktadır. Oysa dünya nüfusunun yarısı kadın, yarısı erkek ve mensturyal siklusta fizyolojik bir olay olduğuna göre erkek deney hayvanlarından elde edilen sonuçlara göre, dişileri yorumlamak pek çok bilimsel hataya neden olabilir. Çünkü, kadın ve erkek beyni kan-beyin bariyeri permeabilitesindeki farklılık gibi, pek çok yönden erkekten farklıdır. Hem fizyolojik, hem de patolojik koşulda kadın ve erkek beyninin farklı olması tedavi açısından da önemlidir.

    Kadın ve Erkek Beyninde Serotonin Metabolizması

    Serotonin (5-hidroksitriptamin-5HT) merkez sinir sisteminin en önemli nörotransmiterlerinden biridir. Beyin serotonin metabolizması, serotonin reseptörleri ve serotonin miktarları ile çeşitli hastalıklar arasında sıkı bağlantılar olduğu ileri sürülmüştür. Serotonin metabolizması ile ilgili olduğu ileri sürülen hastalıklar:

    1. Affektif hastalıklar
    2. Anksiyete
    3. Obsesif-kompulsif hastalıklar
    4. Şizofreni
    5. Uyku bozuklukları
    6. Beyin yaşlanması ve nörodejeneratif hastalıklar
    7. İlaç bağımlılığı
    8. Ağrı duyarlığı
    9. Stres hastalıkları
    10. Obesite

    Bu hastalıkları tek bir serotonin metabolizmasının bozulması ile izah etmek çok zor olmakla birlikte, serotonin beyinde miktarının değişmesinin bu hastalıkların oluşumunda çok önemli bir rol oynadığını ileri sürmek mümkündür. Bunlara ek olarak intihar ve beyin serotonin metabolizması üzerinde de pek çok araştırma yapılmış ve intihar girişiminde beyin serotonin miktarının azalmasının önemi vurgulanmıştır.

    İntihara teşebbüs eden 12 kişinin beyin omurilik sıvısı 5-HIAA miktarı 19 ng/ml bulunurken, intihara teşebbüs etmeyen 9 kişide bu miktar, 25 ng/ml olarak tespit edilmiştir. Psikiyatrik bozukluklara bu kadar yakın ilişkisi olan serotonin, kadın ve erkek beyninde farklı dağılımı olduğu gösterilmiştir.

    Aynı yaş grubunda kadın ve erkekten elde edilen beyin omurilik sıvısında, serotonin yıkım ürünü olan 5-hidroksi indolasetik asit (5-HIAA) miktarları ölçülmüş ve kadınların beyin omurilik sıvısında, 5-HIAA miktarlarının erkeklerin beyninden önemli oranda yüksek olduğu tespit edilmiştir. 176 erkek beyninden alınan beyin omurilik sıvısında S-HIAA konsantrasyonu 115+0.10 nmol/L olduğu halde, 124 kadın beyninden alınan sıvıda bu miktar 137.+0.10 nmol/L olarak ölçülmüştür. Bu fark, istatistiksel bakımdan anlamlıdır (p<0.005). Kadın ve erkek beyninde serotonin miktarlarının farklılığı yanında, serotonin sağ ve sol hemisferde farklı şekilde dağıldığı da gösterilmiştir. Postmortem yapılan araştırmada, serotonerjik mekanizmayı gösteren imipramin bağlama bölgelerinin, kadın sağ orbital frontal korteksine erkekten daha fazla olduğu gösterilmiştir. Serotonin mekanizmasının kadında hemisferler arasında asimetrik olması, sağ ve sol hemisferler arasındaki asimetride rol oynayabilir mi? Bilindiği gibi sağ hemisfer; sözel olmayan, sentetik, spasyal, algisal fonksiyonları, sol hemisfer; sözel, analitik sıralı zamana bağlı fonksiyonları üstlenmektedir. Erkeklerde kadınlara göre interhemisferik asimetri daha belirgindir. Bu asimetride kadın ve erkekteki nörotransmiter muhtevalarının farklılığı önemli rol oynayabilir.

    Diğer taraftan cinsiyet ve psikopatoloji arasında da yakın ilişki vardır. Erkekler otizm, çoçukluk davranış bozuklukları, psikopati, cinsel sapmalar, erken başlayan kronik gelişim gösteren şizofrene yatkın oldukları halde, kadınlar depresyon (nörotik ve psikiyatrik formları) özellikle unipolar depresyon, anksiyete, fobiler histeri ve aneroksiya bulimia gibi hastalıklara çok daha fazla yatkındırlar. Bu hastalıkların patogenezinde diğer nörotransmiterler yanında serotonin de önemli bir yere sahiptir.

    Kadınlarda daha fazla görülen migren türü baş ağrılarında da serotonin nörotransmiteri önemli bir yere sahiptir. Migrenin aura fazında salgılanan nörotransmiter, serebral vazokonstriksiyona ve beyin kan akımının azalmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla serotonine fizyolojik, patolojik pekçok fonksiyonları yönlendirdiği için, salınmasını artıran, azaltan, reseptörlerini bloke eden, metabolizmasını düzenleyen pek çok ilaç ile merkez sinir sistemindeki fonksiyonları regüle edilmektedir. Bu ilaçları kullanırken de kadın ve erkek beyninde serotonin muhtevasının farklı olduğunu bilmek önemli bir ipucu olarak görülmektedir.

    Serotonin kadın ve erkek beyninde farklı dağılımının yanında GABA, Dopamin, Noradrenalin, Asetilkolin gibi nörotransmiterlerin miktarı da her iki cinsin beyninde farklılık göstermektedir. Merkez sinir sisteminin en önemli inhibitör nörotransmiteri olan GABA (Gamma aminobutirik asit) erkek ve dişi beyninde farklıdır. Yapılan araştırmalarda, GABA-T aktivitesinin, erkeklerin beyninde dişilerin beyninden daha yüksek olduğu tespit eilmiştir.

    Sonuç olarak, hem fizyolojik, hem yapısal, hem de biyokimyasal yönden kadın ve erkek beyinleri arasında çok önemli farklılıklar vardır. Yapılan son araştırmalarla da bu farklılıklar daha da büyük önem kazanmaktadır. Hem fiyolojik davranışlarda, hem psikiyatrik ve nörolojik bozukluklarda bu farkı göz önüne almak son derece önemli görünmektedir.

    PROF.DR. BARİA ÖZTAŞ
    İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
    “Klinik Psikofarmakolojide Yenilikler-IV”
    “Uluslararsı Katılımlı Sempozyum”
    kadinlar.com – 15 Ekim 2001

     
c
Compose new post
j
Next post/Next comment
k
Previous post/Previous comment
r
Cevapla
e
Düzenle
o
Show/Hide comments
t
En üste git
l
Go to login
h
Show/Hide help
shift + esc
Vazgeç
WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın